Turan Türker Kimdir?

2011 Yılı Birincilik Ödülü-Orhan Kars

Konu: DİLİN ÖNEMİ VE DİL SAVAŞÇILARI

İnsan dahil tüm canlılar yaşamını idame ettirmek için  hem cinsleriyle iletişim kurarlar. İletişim için  enstrümanlara ihtiyaç vardır. Peki  insanlar arasındaki iletişimin enstrümanlar nelerdir, cevap olarak “insanın  enstrümanları; ses, hareket,konuşma,dil…” diyorsunuzdur. Öyleyse  insan ilk kez  ne zaman konuşmuştur ya da dil nasıl doğmuştur? Eminim bu soruya kimse cevap veremeyecektir. Ya kalubeladan beri insan konuşuyor ve dil var  dersem ne dersiniz? Bunu açıklamak dil bilimci için bile zor olsa gerek.Sanıyorum bu durumda sığındığımız açıklama ilahi varlığın bu özelliği bize bahşettiğidir.

İletişim, insanın kendini sosyal bir varlık olarak ifade etmesi için zorunludur. İnsan,çevresi ile iletişim kurarak yaşar.Onun her davranışı konuşması,susması, duruşu ve oturma biçimi, kendini ifade ve algılama sürecidir.iletişim kurmakta asıl amaç, anlaşılabilir mesajların gönderilmesi ve karşı tarafın tutum ve davranışlarında değişiklik yapmaktır. Genelde iletişimin kısa tanımı,kaynak-mesaj-alıcı uyumu şeklindedir. Asıl iletişimin başlama süreci günlük ihtiyaçların giderilmesinde karşılaşılan zorlukları  aşmakla doğmuştur.

İnsanların arasında iletişim olmalıydı ,Üzerinde herkesin mutabakata varacağı kavramlar bularak anlaşmaya varılmalıydı.Var olmanın verdiği merak araştırmaya,araştırmalar ise yeni yeni yerlerin keşfine sebebiyet verirken.Keşfedilen yerlerde kendilerine benzeyen ama dili, inançları, yaşayışları farklı gruplar olduğunu biliniyordu. Aralarında yer yer  sürtüşme olsa da uzlaşma sağlanacaktı elbet sonuçta karşı karşıya olan insandı ;lakin bu uzun sürmeyecek etik olmayan davranışlar gün yüzüne çıkacaktı. Kendilerini korumak ve özlerini kaybetmemek için  bilgilerini,önceleri taştan yapma tabletlere oyacak, sonraları kamışlardan yapma kağıtlara yazacaklar. Hatta daha ileri giderek kökenlerini araştırmaya bile kalkacaklar.! Böylelikle milletler ve milli bilinç ortaya çıkmış olacak.

Birbirine benzeyen ama birbirinden tamamen farklılıkları olan milletler,insanlıklarını unutup güç gösterilerine başlamasıyla istenmeyen savaşlar yaşandı. Sebepleri birden çok olabilir bu savaşların ama git gide daha savaşçı ve daha gaddar milletler doğdu. Savaşlar olan hale gelmeye başlayınca her milletin şahsına münhasır ordusu, bayrağı, marşı oldu. Kendileriyle bütünleştirdikleri bu simgeler ,gün gelince savaş malzemesi haline dönüştürüldü. Her millet,milli özelliklerini korumak için daha çok çalışmaya, her alanda ilerlemeye gayret gösterirken. Gelişen toplumda savaşlar mutasyona uğrayarak psikolojik,ekonomik, sosyal,kültürel hal aldı.Böylelikle filolojide doğmuş oldu.

Nedir bu filoloji? Filoloji eski Yunanca'da philos (sevgi) ve ''logos'' (bilgi) sözcüklerinin birleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. "Bilgi sevgisi" anlamına da gelir. Ancak sözcük, bir dilin ya da dillerin arasındaki ilişkileri, o dillerin tarihsel gelişimlerini ve yapısını inceleyen bir bilgi dalının adı olarak kullanılmıştır. Filoloji uzmanlarına göre : “Milletin kültürü, toplumdaki geçmiş davranışların biriktirilerek aktarılan sonuçlarıdır. Bir toplumun ayırıcı hayat biçimi,toplumsal alışkanlıklar,inanç,sanat, edebiyat, felsefe gibi özelliklerdir. Kültürün oluşmasında dilin rolü yadsınamaz.Asıl kültür ve medeniyet dili, kelime hazinesi zengin olan dil, yüksek seviyeli, kalıcı yazı diliyle gelişir. Kültür ve medeniyet yönüyle gelişmiş, büyük milletler dillerini yazı dili seviyesine çıkarabilmişlerdir”  şeklinde yorumlarken kültürleri yok etmek milletin özünü yok etmekle eş değerdir sonucuna da  ulaşılıyor. Bu amaç uğruna toplum mühendisleri Ali Cengiz oyunuyla kültürel yozlaşmaya sebep oluyor. Etik anlayışı bir yana iterek güçsüz toplumların kültürlerine, devşirdikleri yeni kelimelerle müdahale ederek, insani duygularını sömürerek kültürlerini kaybettirmeye çalışıyorlar. İnsanların  kökleriyle bağlarını kopararak,birikimle oluşan millet olma bilincini yok etmek için ellerinden ne gelirse yapıyorlar.Peki başarılı oldular mı? Örneklerle anlatayım:

Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmadan önceki dönemde, bünyesinde barındırdığı Türk toplulukları, farklı yazı ve konuşma dillerine yöneltilerek birbirlerinden ayırma yoluna gidilmişti. Azerbaycan’ın Latin alfabesine ilk geçişine başlangıçta ses çıkarmayan Rusya, daha sonra Türkiye’nin Latin harflerini kabul etmesiyle Azerbaycan’ın tekrar Kril alfabesini kullanması yönündeki gayretleri de, aynı soydan gelen bu iki toplumun birbirleriyle kültürel alışverişi, aralarındaki iletişimi engellemek amacından kaynaklanmaktaydı. Dünyaca ünlü bilim ve düşünce adamlarında biri olan İsmail Gaspıralı  bu olayı şöyle anlatıyor  :“Rusya’daki Türk toplulukları dil kültür, tarih bağlarına sahiptiler. Ayrıca, içinde b! ulundukları sosyal, siyasal ve kültürel problemleri de aynı idi. Bu problemler bakımından da aralarında benzerlik hatta ayniyet bulunmaktaydı. Bu topluluklar birbirlerinden tecrit edilmişlerdi. Bu nedenle de problemlerine ortak çözüm üretme imkanına sahip değillerdi. Problemleri tek başlarına da çözme imkanları yoktu. Çünkü onlar dil ve kültür bakımından yakın ilişki kuramıyorlardı” diyerek, aynı toplulukların birbirleriyle ortak hareket etmede dilin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmekte ve de bir milletin hayatta kalabilmesi için problemlerini kolayca çözebilmede kullanılan dilin önemli bir etken olduğunu vurgulamaktadır.

Buna benzer bir durum Göktürklerde de görülmektedir.Göktürkler’in ikiye bölündüğü dönemde Kağanlık yapan Şe Tu’nun 585 yılında Çin Kağanına yazdığı mektup, Türklerin diline ne kadar önem verdiğini göstermesi açısından kayda değer bir durumdur. “592 yılında, Göktürkler ikiye bölünmüştür. Doğu Göktürkler’in başında Şe-Tu Kağan vardır. Çin Kağanı, Şe-Tu Kağana mektup yazarak, ona bir çok vaatte bulunur, bütün Türklerin kağanı olabilmesi için kendisine yardım edebileceğini söyler. Buna karşılık da Çin kağanına bağlı olmasını, Türklerin kılık, kıyafetlerini, dillerinin, geleneklerinin, görenek ve yasalarının hülasa, Türkler’i millet olarak yaşatan maddi ve manevi değerlerinin değiştirilmesini ister. Onların yerine Çin adetlerinin, Çin dilinin, Çin gelenek ve yasalarının kabulünü şart koşar. Bu istek çok ! düşündürücüdür. Şe-Tu Kağan’ın Çin Kağanına verdiği cevap ise bize bazı gerçekleri anlatmaktadır. Şe-Tu kağanın cevabı şudur. “ Oğlum şimdi yanınızda olacaktır. Size her yıl vergi olarak kutsal soydan üretilmiş atlar göndereceğim. Her gün bütün zamanını size verecek, buyruklarınızdan başka boyun eğeceğim bir şey olmayacaktır. Ancak giysilerimizin önlerini kesmeye, omuzlarımızda dalgalanan saçlarımızı çözmeye, dilimizi de değiştirmeye ve sizin yasalarınızı benimsemeye gelince bizim törelerimiz ve geleneklerimiz çok uzak çağlardan gelir ki, ben bile bunlardan bir tekini değiştirmeye şimdiye kadar cesaret edemedim. Çünkü bütün bir Türk milleti aynı kalbi taşıyor“demiştir.

Göktürklerle aynı soydan gelen ve farklı zamanlarda hüküm süren Karamanoğullarında da dile verilen önem ayan beyan göz önündedir. Karamanoğlu Mehmet Bey yayınladığı fermanla: “Bugünden sonra divanda dergahta, mecliste, meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır” demesinde Türk kültürünün korunması ve gelecek nesillere aktarımında ve de millet olma bilincinin sağlanmasında dilin önemini vurgulamak yatmaktadır.

Toplum mühendislerinin çalışmaları bitmiş değildir. Bunu görmek için çok uzağa gitmeye gerek yoktur yakın tarihte de bu tacirlere rastlanır. Doruk noktasını yaşadığı Fransız İhtilalinden sonra bir düşüşe geçtiği düşüncesi de gerçek dışıdır. Buna en iyi örnek Türkiye Cumhuriyeti değil midir? Mondros müzakeresinden sonra yaşanan Lozan’la son bulan insanlık dışı uygulamalar hala bu kavramın devamı olduğuna delildir.

Kültürle dil aynı anlama gelmekle birlikte dilin kültürü aşan bir anlamı da vardır :kültür dili tabiri. Kültürün korunması yalnızca dille sağlanır. Sanat edebiyat ve ilmî çalışmaların toplum hayatındaki yeri ve önemi büyüktür. Milli birlik ve beraberlik kültür birliğiyle yani dil birliğiyle olur. Bunun içindir ki  Kültigin, Bilge Kağan, Tonyukuk, Ahmet Yesevi, Kaşgârlı Mahmut, Yusuf Has Hacip,  Edip Ahmet Yüknekli,Yunus Emre, Fuzûlî, Koçi Bey, Süleyman Çelebi vb. dahîler ortak dil için uğraşmıştır. Gün gelip özgürlüklerinden ödün verdiler ama dil konusunda asla ödün vermediler. Biliyorlardı ki bu milleti tekrar birleştirip güçlendirmenin yolu dildi.

Türk milletinin içinden, her  dönem dahiler çıkmıştır ve kötü gidişi tersine çevirmek için elinden geleni yapmıştır.Son dahi ise muhakkak Mustafa Kemal Atatürk’tür. Türkiye Cumhuriyetini kuran ve onu her yönüyle boyunduruk altından kurtaran üstün insan. O ki cumhuriyeti kururken Türk milletinin eksik  ve aksak yönlerini tespit etmiş, en çağdaş yönetim biçimi cumhuriyeti getirmiştir. İmparatorluktan ulusa geçişteki hastalıklı zamanı, geliştirdiği tedavi metotlarıyla iyi etmiştir.Özgürlüklere, demokrasiye, sosyal yapıya yani devleti devlet yapan tüm özelliklere çağdaşlık getirmiştir.Böyle geniş perspektifi olan dehanın dili unutması beklenemez demi.Onun nazarında :“Türk demek dil demektir.” Dile kimlik meselesi ola! rak baktığı için cumhuriyetle birlikte Türk Dil Kurumunu ve Türk Tarih Kurumunu kurmuştur. Türkün hem dilini hem de tarihini araştırarak,yeni harflerin de kabulüyle  Türk Diline yitirilen itibarını tekrar teslim etmiştir. Atatürk’ün şu sözler bunu daha iyi açıklıyor:

1.”Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca müessirdi. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir ; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır…Milli eğitim esas olduktan sonra ve araçlarını da milli yapmak zorunluluğu tartışılamaz…”

2. “Ey Türk gençliği: Birinci vazifen; Türk bağımsızlığını Türk cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli güven kaynağındır.”

3. “Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel ahenkli dilimizi kullansınlar.”

4. “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür…”

5. “… Türk dili güzeldir,zengindir. Onun bu güzelliğini ortaya koymamız lazımdır.”

Atatürk’ün Türk Diline duyduğu sevgi ve Türk Dilinin zenginliğini gösteren bir anıda da görebilirsiniz:

“Florya'daki bir toplantıda Atatürk : Su, tuz ve deniz kelimelerinden Türkçe'de, Fransızca'da, Almanca'da kaç cümle yapılabileceğinin sorar. Almanca'da ve Fransızcada ancak iki cümle yapılabilmesine karşılık Türkçede aşağıdaki cümleler  yapılabilir (Denizin suyu tuzlu  Denizin tuzludur suyu ; Suyu tuzludur denizin ;Tuzludur denizin suyu)..Konuşmalarınızda, hangi kelimeye ağırlık vermek istiyorsanız o kelime ile başlayan cümleyi seçebilirsiniz. "Fikrinizin ağırlığını ilk kelimeler taşımalıdır, Ne mutlu Türküm diyene" de olduğu gibi. Cümlenin son kelimesini esas alarak, şiirde ! gerekli olan kafiyeyi sağlayabilirsiniz.”

Şeklinde anı anlatılır. Bu anı Türkçenin diğer dillerden daha kullanışlı, daha zengin üstelik öğrenilmesi daha basit olduğu gerçeğini ortaya koyar. Atatürk’ün dil bilimci olmamasına rağmen,Türkçeyi ne kadar sevdiği ve onu korumak istediği gün gibi ortadadır.

Türk dilinin zengin,köklü ve özgün bir dil oluşu, dünya dillerini araştırıp inceleyen kurumların yayımladığı belgelerde görebilirsiniz. Geçmiş yıllarda UNESCO bir rapor yayımladı.UNESCO raporlarına göre Türkçe dünya dilleri arasında beşinci sırada yer almaktadır. Asya ve Avrupa’da İki-yüz milyondan fazla nüfus , on iki  milyon kilometre kare alanda Türkçe konuşmaktadır. Türkiye dışında Azerbaycan (8 milyon), Özbekistan (24 milyon), Kazakistan  (11 milyon), Tü! rkmenistan (5 milyon), Kırgızistan (4 milyon), ve halen Rus İran, Çin işgali altındaki ; Tatarlar (10 milyon), Başkurtlar (2.5 milyon) Çuvaşlar  (4.5 milyon), Uygurlar (19 milyon),Iran Azerileri (28 milyon);  Gagavuzlar Kumuklar, Karaçaylar, Altaylar, Teleütler, Balkarlar, Nogaylar,  Şorlar Hakaslar, Yakutlar (4.5 milyon), Afganistan Türkleri (8 milyon) Türkçe konuşan halkları barındırmaktadır. Ayrıca, Balkanlar - Rusya - Irak -Suriye -Gürcistan’da da T! ürkler bulunmaktadır...Dünyada bu denli yaygın  Türk nüfusu varken,Türkçenin nasıl dünya dili olamadığını  düşündürücüdür. Toplum mühendislerinin oyunu bu demekle işin içinden sıyrılamayız.Dili korumak ülke başkanlarının, ülkedeki önde gelen aydınların değil,milletler içindeki her bir ferdin görevleri arasında yer almalı. Günlük konuşma diline dahi dikkat ederek toplu bir çabayla,toplum mühendislerinin çalışmalarını bertaraf etmeliyiz. Şuan o kadar geri durumlara düşmüşüz ki dünyada bilgi üretiminin % 0.9’una tekabül edebiliyoruz. Buda dünya sıralamasında 70’nci sırayı oluşturuyor. Ekonomide 22’nci iken yeni gelişmelerle 18’nci, Sağlıkta 57’nci ,eğitimde 133’nci sırada yer alıyoruz. Hala sınıf ortalaması 50- 60 kişi aralığındadır. Eğitime yeterince kaynak aktarılmamaktadır. Tüm dünyada temel eğitim sağlanması için yılda 6 milyar Amerikan doları yeterli görülmekte iken, Avrupa’da sigaraya harcanan para 50 milyar, dondurmaya harcanan ise 11 milyar Amerikan dolarıdır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler aramızdaki eğitim açığının kapatılması bu durumda olanaksızlaşmaktadır.

Türklerin matbaayı geç algılaması, teknoloji ve kültürde  sekteye uğraması, Türkler batı kültürüne ve yaşam biçimine özentisi, ulusal çıkarlar doğrultusundan hedefsizlik ve programsızlık belimizi bükmekteyken . Bunun yanı sıra Önemli kültür özelliklerimize aşırı güvenden gelen içi geçmişlik, “vazifemi yaparım, yeter ki kendimi kurtarayım” anlayışları,toplumumuzun aralarındaki kopukluk, dilimizin gerilemesine sebep olmaktadır. Hedefsiz yaşamanın anlamsızlığı artık kavranmalıdır. Verilen küçük tavizler nasıl ilerde büyük tavizlere dönüştüğü görülmelidir. İnternet  ortamında “ç,Ç,ğ,Ğ,ı,İ,ö,Ö,ü,Ü ve ş,Ş” harflerinin kullanımı ! giderek Türkçe’den kalkmaktadır. Türkçe, giderek yabancı dil akımına teslim olmaktadır. Yarı yabancı sözcük yarı Türkçe sözcük ya da harflerden oluşan yoz terimlerin üretilmesi (mucoza, mukosa, esofagus gibi...) dile zarar vermektedir. Başkasının diliyle düşünmeye çalışmak, doğrudan o başkasının düşünce çerçevesini ve altyapısını benimsemek anlamına geldiği unutulmamalıdır.Bağımsız düşünce, bağımsız dil olmadan olmaz. Dilini kaybeden ülke kimliğini ve geleceğini de kaybedeceği bilinmelidir. Her defasında bir kurtarıcı beklemenin yanlışlığını idrak edilmeli ve her bireyin  diline sahip çıkmalıdır. Ancak o zaman istenen imkanlara sahip olunur, özlenen Türk ruhu yeniden canlanır. Türk dilini geliştirmek ve ilelebet yaşatmak için çaba gösteren dahilerimizin ruhu şad olur.

İnanıyorum ki Türk milleti ,Hun ve Köktürklerle  başlayan Ulu Önder Atatürk’le devam eden Türk Diline hak ettiği değeri  tekrar sağlayacaktır.

Ulu önderin dediği gibi ” Ne mutlu Türküm diyene!”

 

 

 

 

 

Turan Türker Kimdir? | Turan Türker Yazı Yarışması | Haberler | Anasayfa

Adres : Güniz Sok. No:14/11 Kavaklıdere - Ankara E-posta: tst@ada.net.tr