Turan Türker Kimdir?
2013 Yılı Birincilik Ödülü-CENGİZ AKPINAR
Konu: ANLATABİLMEK İÇİN ANLAMAK Anlatabilmenin baş koşulur anlamak. Anlamak, anlatmak, anlattırmak…
Dil, kitaplarda okuduğumuz, “Duygu ve düşünceleri doğrudan veya dolaylı olarak aktarmaya yarayan belirli sayıda işaretlerden oluşan bir bildirim sistemidir.” tanımından çok daha fazlasıdır. Özelden genele dil, bir ferdin kendini ifade etmesi; bir ailenin paylaşım ve birleşim aracı; bir grubun anlaşım aracı; bir toplumun, bir milletin birleştirici, kaynaştırıcı, fertleri birbirine bağlayıcı, milleti millet yapan, milli değerleri aktarmaya, anlatmaya yarayan doğal ve en güçlü bağdır. Dil, bir binayı ayakta tutan kolonlar gibi bir toplumu da ayakta tutan ana kolonlardan biri, hatta en önemlisidir.
Türkçe dünya dilleri arasında, 12 milyon kilometrekarelik alanda çeşitli lehçe ve ağız farklılıklarıyla 220 milyon kişinin konuştuğu ve dünyada en çok konuşulan 5. dildir. Türkiye Türkçesi ise dünyada konuşulan Türk dillerinin en büyük koludur. Macar bir Türkolog olan Vambery’in “Balkanlardan yola çıkan birisi Türkçe konuşa konuşa rahatlıkla Çin’e kadar seyahat edebilir.” sözü dilimizin kullanım alanını tek cümleyle özetlemektedir.
Konumuz olan “kavram zenginliği ve uygulamaya aktarma” ya değinecek olursak, Kavram; bir şey hakkında zihinde beliren genel düşünce, aynı cinsten bütün şeyleri temsil eden soyut ve genel fikirdir. Kavramın uygulamaya aktarılmasından bahsetmeden önce kavram zenginliğini aktarmak, ancak soyut ve kuru zenginlik ifadelerinin yanı sıra daha belirgin bir şekilde ortaya koymak yerinde olacaktır. Yine her konunun başka bir konuyla bağlantılı olması nedeniyle öncelikle Türkçe’nin kavram üretme ve üretilen bu kavramlardan başka kavramları türetme yeteneği ne ölçüdedir incelemek gerekmektedir.
Türkler Orta Asya’dan Güneybatı Asya’ya yani Anadolu’ya inene dek birçok toplumla gerek savaşlarla, gerekse ticari ve kültürel faaliyetlerle olsun hep etkileşim içinde bulunmuşlardır. Bu etkileşimde çeşitli sözcükler elbette ki dilimize girmiştir; fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta Türkçenin kavram üretme eksikliği değil, dilimize giren bu sözcüklerin Türk toplumuna dışarıdan giren kültürün ürünü olması ve Türklerin toplum yapısında bulunmayan kavramların girmiş olmasıdır. Türkçede özellikle renk isimleri, hayvan isimleri, bitki isimleri, sayı isimleri ve akrabalık isimleri oldukça ince bir şekilde ayrıntılı anlam özelliğiyle işlenmiştir. Eski Türkçede kırka yakın at rengi bilinmektedir. Bugün de renk isimleri dilimize özgü ve oldukça zengindir. Ana ve ara renklerin yanı sıra, vişneçürüğü, kavuniçi, camgöbeği, narçiçeği, yavruağzı, çimenyeşili, karbeyazı, kirlibeyaz gibi renkler en ince ayrıntısına kadar işlenmiş en ufak ton farklılığı dahi belirtilmiştir.
Bir de üretilen bu kavramların nasıl türetildiğine bir göz atmak gerekir.
Bilindiği üzere Türkçemiz yapı bakımından eklemeli dillerin sondan eklemeli diller kolunda yer almaktadır. Türkiye Türkçesinde şu anda, 40 civarında addan ad, 15’i aşkın addan eylem, 50’den fazla eylemden ad ve 20’ye yakın eylemden eylem yapım eki işlek olarak kullanılmaktadır. Yani biz bugün bir kavramdan eklerimizi kullanarak farklı durumları karşılayacak onlarca kavram türetebiliriz. Üstelik Türkçe’nin kavram türetme yolu sadece eklerle de değildir. Sözcüklerin kalıplaşması ve birleşmesiyle de yeni kavramlar türetilmektedir. Yukarıda söylediğimiz “Kavramın uygulamaya aktarılmasından bahsetmeden önce kavram zenginliğini aktarmak, ancak soyut ve kuru zenginlik ifadelerinin yanı sıra daha belirgin bir şekilde ortaya koymak yerinde olacaktır.” sözü gereğince hemen bu durumu somutlaştıralım. Bilmek eylemini ele alalım ve Türkçe’mizin sadece bir eylemden türettiği yeni sözcükleri ve karşıladığı kavramları inceleyelim. İşte “bilmek” eyleminden türetilmiş yeni sözcükler: bilge, bilgelik, bilgi, bilgiç, bilgiçlik, bilgili, bilgin, bilginlik, bilgisayar, bilgisiz, bilgisizlik, bilici, bilim, bilimsel, bilinç, bilinçaltı, bilinç dışı, bilinçlendirmek, bilinçlenmek, bilinçli, bilinçsiz, bilinen, bilir kişi, biliş, bilişim, bilmece ve daha fazlası… Görüldüğü üzere bilmek eyleminden türetilmiş tam 26 adet sözcüğü ortaya koymuş bulunmaktayız. Türetilen bu sözcüklerin her biri ayrı bir durumu ayrı bir kavramı karşılamaktadır.
Kavram zenginliği elbette ki sadece bu yolla ölçülemez. Kavram zenginliğini kanıtlamak için önemli detaylardan biri de bir durumun bütün çeşitlerini ve aradaki ince farklılıkları aktaracak sözcüklerin bulunmasıdır. Bu konuda, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dilbilim Bölümü profesörü Doğan Aksan’ın verdiği birkaç örneğe göz atmak gerekir. İşitmek, duymak, dinlemek… Bu üç örnek de birbirine yakın olayları anlatmasına rağmen aralarında ince anlam farklılıkları bulunmaktadır. Bunların yanında bu eylemlerle ilgili deyimlerde vardır: Kulak vermek, kulak kesilmek, kulak kabartmak, kulak misafiri olmak, kulağına çalınmak, kulağına gelmek… Bu örnekler dinlemek, işitmek, duymak eylemlerinin ince ayrılıklarını bizlere yansıtan sözcüklerdir. Bir de anlam inceliği konusu vardır ki Türkçenin anlatım gücünü açıkça göstermektedir. “Gitmeyecekler” ile “gidemeyecekler” sözcüklerini inceleyecek olursak, birinci eylem nedensiz olarak çokluk üçüncü şahsın kendi isteğiyle gitmeyeceğini; ikinci eylem ise çokluk üçüncü şahsın “gitme” eylemini gerçekleştirmesine bir engel bulunduğunu, şahsın kendi iradesi dışında bir durum dolayısıyla gidemeyeceğini bildirmektedir.
Günümüzde artık sözcük türetmenin sınırlarına ulaşılmış olmasına rağmen Türkçe halen hiç zorlanmadan kendi kurallarına uygun olarak sayısız kavram türetebilmektedir. Batı dillerinin birçoğunda ise artık bu durum sözcüklerin baş harflerini kullanarak türetmeye kadar gelmiştir. Örnek olarak Ram “ramdom access memory” (bilgisayarda okunabilir ve yazılabilir bellek) sözcüğü verilebilir. Buradaki amaç bir dili üstün göstermek ya da başka bir dili kötülemek değildir. Amaç Türkçe’yi diğer dillerden basit gören, Türkçe’nin zenginliğini kabul etmeyenlere karşı doğal bir sonucu ortaya koymaktır.
Türkçe’nin söz ve kavram varlığı sadece yazı diliyle ölçülmemelidir. Daha önce düzenlenen 12 ciltlik derleme, 8 ciltlik tarama sözlüklerinde ve Anadolu ağızları sözlüklerinde de on binlerce kavrama karşılık gelecek sözcük mevcuttur. Bu bağlamda “domates” sözcüğünü ele alalım. Domates sözcüğü ilk olarak Meksika yerlilerinin dilindeki tomatl’dan İspanyolca aracılığıyla Avrupa dillerine girerek tomato biçimini almıştır. Dilimize de ses değişimleriyle domates olarak geçmiştir. Bu sebzenin, halk dilindeki adı ise “topalak”tır. Topalak anlam olarak yuvarlak, gülle şeklinde olan; şişmanca, topluca anlamlarına gelmektedir. Türkçe ve Türkler bu sebzeye şeklinden dolayı bu adı vermişlerdir. (Ne yazık ki birkaç nesil sonra bu ve bunun gibi sözcükler sadece derleme sözlüklerinde kalacaktır.)
Bir sözcüğün, somut bir varlığı karşılaması güç değildir; çünkü, kavram ve sözcük arasındaki ilişki nedensizdir. Yani biz kürsüye neden kürsü, bardağa neden bardak diyoruz? Tam tersini düşünecek olursak kürsüye bardak, bardağa da kürsü denilebilirdi. Bu ilişki nedensizdir; ancak söz konusu soyut kavram ve durumlar olunca işte dilin asıl yeteneği burada ortaya çıkmaktadır. Acaba dilimiz soyut bir durumu nasıl karşılıyor? 1300 yıl öncesine dönerek Orhon Yazıtlarından olan Köl Tigin yazıtına göz atıyoruz ve Köl Tigin’in ölümü üzerine ağabeyi Bilge Kağan’ın, söylediği tek cümleyle zihnimizde neleri canlandırabildiğine göz atıyoruz.
“inim Kül Tigin kergek boltı. Özüm sakıntım. Körür közüm körmez teg, bilir biligim bilmez teg boltı.” Kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendim yas tuttum. Gören gözlerim görmez gibi, eren aklım ermez gibi oldu.
Bilge kağan o son cümlesiyle; düştüğü karamsarlığı, duyduğu üzüntüyü, içinde hissettiği acısını, çaresizliğini, şaşkınlığını bu sözlerle nokta atışıyla bizlere aktarıyor. Bilge Kağan, hissettiği duyguları öylesine ince işlemiştir ki Belki de sayfalarca yazı yazsa, “Ben bu durumda bunları hissettim anlayabildiniz mi?” dese üzerimizdeki etkisi ve zihnimizde o anı canlandırma çabası bu kadar etkili olamazdı.
Türkçenin kavram zenginliğinden ana hatlarıyla az da olsa bahsettikten sonra artık bu kavram zenginliğinin uygulamaya aktarılmasına değinebiliriz. Bu konuyu üç kola ayırarak incelemek yerinde olacaktır. Bunlar sırasıyla Türkçenin öz Türkçeye en yakın ve en zengin örneklerinin verildiği 13. yy ve öncesi, en ağır ve halk dilinden uzak bulunduğu 15-17. yy. arası ve nihayet sadeleşme çalışmalarının gerek düşünsel gerek eylemsel olarak başladığı 19. yy ve sonrası olarak ele alınabilir.
13. yy ve öncesinden başlanılacak olursa bu dönemde dil oldukça sade ve çok az sayıda yabancı sözcük içermektedir. İşte bir örnek:
Şöyle kişnerdi ol at n’ėdem seni “şöyle kişnerdi o at ne edeyim seni”
Ėşidürdi kamu Mısırlu anı “işitirdi bütün Mısırlı onu”
Görüldüğü üzre özel isim olan Mısır sözcüğü dışında bütün sözcükler Türkçe’dir.
Sadeliğin ve kavram zenginliğinin ulaştığı bu son noktadan sonra Türkçe’miz artık yavaş yavaş Arapça ve Farsçanın etkisi altına girmeye başlamıştır. Dilimizin etkilenmesi önceleri sözcük düzeyinde, sonra kalıplaşmış sözlerde olmuş ve en son safhasında ise söz dizimime kadar ulaşmıştır; ancak etkilenmenin çok az olduğu kısımlarda vardır. bunlardan biri ekler, bir diğeri ise eylemlerdir; çünkü Türkçe’nin eylemleri ve ekleri çok güçlü bir yapıya sahiptir. Öyle ki Arapça’dan alınan sözcükleri doğrudan eylem olarak kullanmamış, bunları yardımcı eylemler (etmek, olmak)imizle kullanmışızdır. Eklerimizde bu bakımdan gücünü hissettirmiş ve alıntı sözcüklerle dahi yeni kavramlar türetilebilmiştir. Örnek olarak hapsetmek ve mektuplaşmak eylemlerini verebiliriz. Hapis sözcüğüne et- yardımcı eylemi getirilerek eylem oluşturulmuştur. Arapça’dan alıntı olan mektup sözcüğüne ise çok işlek bir ek olan +lA- addan eylem türetme eki ve -(X)ş işteşlik eki getirilerek yeni bir eylem oluşturulmuştur.
Bütün bu aşamalardan geçen dilimizin kavram zenginliğinin uygulamaya aktarılmasında bizi en çok ilgilendiren bölüm olan günümüz Türkçesine gelecek olursak durum eskiye nazaran çok çok iyi durumdadır. 20. yy başlarında başlatılan dilde sadeleşme çabaları ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün ve onun kurduğu kurumların büyük etkisiyle dilimiz yabancı dillerin etkisinden çıkmaya başlamıştır. Atatürk bu amaçla önce Türk Dil Kurumunu sonra da bu kuruma nitelikli eleman yetiştirmek üzere Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni kurmuştur. Günümüzde artık gerek gazetelerde gerekse basılan kitaplarda dilde büyük ölçüde Türkçe kavramlar kullanılmaktadır. 17. yy’da %30 Türkçe, %70 yabancı olan sözcük kullanım dağılımı bugün %30 yabancı, %70 Türkçe seviyelerine kadar gelmiştir ve bu azımsanmayacak kadar büyük bir başarıdır. Bu başarının daha ileri seviyelere çıkarılması da daha aşağılara düşürülmesi de bizim elimizdedir.
Bugün büyük ölçüde Türkçe kavramları kullansak da önceleri doğu etkisindeki dilimizi bugün daha büyük bir batı tehlikesi sarmıştır. Bugün batı dillerinden birçok sözcük alınmış, alınmakla kalınmamış alınan bu sözcükler o dillerin ses yapısıyla doğrudan alınmıştır. Otomobil, gazete, frikik, konsol, iskele sözcükleri az çok Türkçenin yapısına uydurulsa da son dönemlerde değil yeni bir karşılık bulmak, alınan sözcükler olduğu gibi dilimize girmiştir. Mortgage, leasing, franchising örneklerinde bu durum açıkça ortadadır.
Metnin başında da söylediğimiz dilin toplumu ayakta tutan bir kolon olduğunu unutmamalı, dilimize sahip çıkmalıyız. Bu topraklarda yaşayan insanların çoğu bunu söylese de uygulamada oldukça pasif kalmaktayız. Uygulama konusunda ise bizim toplumumuzun her konuda yaptığı gibi bir tek benim uygulamamla ne değişir düşüncesini artık aşmalıyız. Bugün büyük ölçüde Türkçe kavramlardan oluşan bu metin yabancı sözcüklerle de örülebilirdi. Burada eylem yerine fiil sözcüğü, dil yerine lisan sözcüğü neden kullanılmadıysa; okulda ders anlatan öğretmenimiz isim-fiil yerine ad-eylemi, hikaye yerine öyküyü, hatıra yeniye anıyı; bugün bizler günlük konuşmalarımızda Fransızca olan marjinal yerine farklıyı, ispat yerine kanıtı; siyasetçilerimiz kanun yerine yasayı o nedenle olabildiği ölçüde çok kullanmalıdır. Bu noktada elbetteki artık halk dilinde kalıplaşmış olan, halkın benimsediği sözcüklerden bahsedilmemektedir. Burada bahsedilen Türkçe’de tam karşılığı bulunan sözcüklerin yerine yabancı sözcüklerin kullanılmasıdır. Kendi sözcüklerimizi kullanmakla ne kaybederiz? Cevabı açık; hiçbirşey… Bu kullanımların bir bölümü de toplumdan farklı görünmek adınadır. Bizler farklılığımızı yabancı kelimelerle değil elde ettiğimiz başarılarla ortaya koymalıyız. Bizler artık herşeyi önümüze hazır olarak istememeliyiz. sözcükler konusunda da bu böyledir. Dil konusundaki bütün yükü Türk Dil Kurumu’nun omuzlarına yüklemek yerine kendimiz de dilimiz için çaba sarfetmeliyiz. Yeni sözcüklerin Türk Dil Kurumu binası içinde kullanılması sözcüğü kalıcılaştırmaz. Yeni türetilen sözcükleri bizler benimsemeli ve günlük hayatta kullanmalıyız. Binamızın kolonlarını yıkılma seviyesine gelmeden bizler beslemeli bizler ayakta tutmalıyız.
Bütün bunlar söylenildikten sonra bu yazının da tamamıyla Türkçe bir cümleyle bitirilmesi yerinde olacaktır.
“ DİLİ KORUMAK, AĞACIN KÖKÜNÜ KORUMAKTIR, BİZLER ÜZERİMİZE DÜŞENİ YAPALIM, DALLAR ELBETTE Kİ YEŞERECEKTİR.”
Adres : Güniz Sok. No:14/11 Kavaklıdere - Ankara E-posta: tst@ada.net.tr