Turan Türker Kimdir?

2016 Yılı Birincilik Ödülü - Ümmügülsüm BAKIR

Konu:  MİLLET RUHUNDA TÜRKÇE


Toplum; aynı toprak parçası 
üzerinde yaşayan aralarında birçok
yönden ortaklık bulunan  ve
kendi menfaatleri için işbirliği
yapan insanların tümüdür.

 

Dil ise bu toplumu oluşturan insanların düşünce, duygu ve kültürlerini açıklamada ve geleceğe  aktarmada kullanılan yegâne araçtır. İnsan, dili kullanma yetisine sahip tek varlıktır.  Dil, insan ve toplumdan ayrı düşünülemez. Dili olmayan bir insan topluluğunu düşünmek mümkün müdür? Dilin var olması insan topluluklarının varlığına bağlıdır. Dil ile düşünce iç içedir ve düşünce dünyamızı dil oluşturur. İnsanın iç dünyası ile dış dünyası arasında iletişim kurmasını sağlar. Aynı zamanda toplumun kültür temelini oluşturan, toplumun kalkınıp yükselmesini sağlayan etmenlerden biridir dil. Toplumdan ayrı olmayıp onunla var olan ve onunla gelişen bu maddi ve manevi müessese insanlara sağladığı işlevlerin yanında kişilere belli sorumluluklar da yükler. Çünkü dil kişinin kimliğidir, özüdür. Kişi onu muhafaza etmek ve geliştirmek yükümlülüğündedir. İşte burada asıl mesele bizim kendi özümüzü oluşturan bu müesseseye gösterdiğimiz duyarlılık ve  bilinçtir.


Yüzlerce  yıl önce Çin’de talebeler, hocaları Konfüçyüs’e eğer ülkenin işlerini yoluna koyacak, meselelerini halledecek güç ve yetki kendisine verilmiş olsa idi, işe nereden başlayacağını sordular. Konfüçyüs:


“Kelimelerin doğru söylenmesine çalışırdım.” Dedi.


Gençler, dile niye bu kadar önem verdiğini sordukları vakit, bu bilge hoca dedi ki:
“Eğer kelimeler doğru söylenmezse, ağızdan çıkan sözler, anlatılmak istenilen sözler değillerdir. Ağızdan çıkan sözler, anlatılmak istenilen sözler olmayınca, yapılması gerekenler yapılmaz; yapılması gerekenler yapılmayınca, ahlâk ve sanat soysuzlaşır; ahlâk ve sanat soysuzlaşınca adaletsizlik başlar ve halk, ne yapacağını bilememenin çaresizliği içinde bocalar durur.”


Bugün Türk Dilinin ve Dünyasının en büyük sorunlarından biridir bilge Konfüçyüs’ün  bahsettiği dil bilinci. Bizim en büyük gafletimiz dilimize karşı olan kayıtsızlığımız. Toplumda dili sadece öğretmenlerin, aydınların  ya da dilbilimcilerin koruyup geliştirmesi gerektiğine inanılmakta. Bu yanılgı ise gerekli dil bilincine sahip idrâklerin yetiştirilmemesi ve dilin kutsîliğinin anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır.  Topluluklar; fikir, felsefe, din, his ve kültürlerini dilde birleştirerek MİLLET olabilmektedirler.  Bir milletin özgürleşmesi ve özünün gürleşmesi, düşmanlar arasında varlığını koruması belli maddi ve manevi ögelere ehemmiyet vermekle olur. Dil de bu yegâne ve kutsal ögelerin başında gelir. Türkçe’ye  bugün verilen değer ve  Türkçe’ye gösterilen ilgi hak ettiği seviyenin oldukça altındadır. Sokaklarda gördüğümüz tabelalardan  tutun da  kullandığımız ve dilimize dolanmış bir sürü yabancı kavram, dinlediğimiz müzikler bunun en basit göstergelerindendir. Bir Türk Kırım atasözü şöyle der: “Tilin coytkan, özün coytar.” Yani  dilini kaybeden özünü, kendisini ve milletini kaybeder. Bunun sonucudur ki bir milleti parçalamak isteyenler onun tarih ve diline saldırırlar. Böylesi büyük ve kudretli bir tarih ve dile sahip olan bu milletin  bu müesseselerini yok edemeyenler o milletin dil bilincine ve idrakine-varsa- saldırırlar. Dilini ve tarihini anlamsızlaştıramadıkları için bu ögeleri kişilerin hafızasında önemsizleştirip bir duyarsızlık yaratılmak istenir. Kendi  tarihini, dilini, edebiyatını bilmeyen ve sevmeyen bir milletin bunları koruyup geliştirmesi düşünülemez. O yüzden öncelikle bizde dilimizin zenginlik ve önemi fark ettirilmeli. Yahya Kemal Beyatlı ‘Dilde Gaflet’ eserinde dile verdiğimizin önemin eksikliğinden şöyle bahseder: “ Vatan fikri bizde daima vardı; fakat, Namık  Kemal’in bu fikri, kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri daha uyanığız. Onun, vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan fikrinin kutsîliğini uyandırsaydı, bize öğretseydi ki, bizi ezelden ebede kadar bir halinde tutan,  koruyan, birbirimize bağlayan Türkçe’dir. Bu bağ öyle bir bağdır ki,   vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz. Hudutlar-aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar.


Türkçenin çekilmediği yerler vatandır. Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar; vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçe’dir.”


Türk tarihi boyunca Türkçe’nin  varlığını koruma konusunda büyük çabalar harcayan birçok devlet adamı, ozan, aydın vardır bunun yanında –maalesef- Türk diline yönelik değiştirme ve yok etme çabaları zaman zaman başarıya ulaşmış ve bazı Türk boyları dilleri ile birlikte inançlarını ve milli kimliklerini de kaybetmişlerdir.  Bugün de Türkçe’nin konuşulduğu  coğrafyalarda aynı tehlike geçerlidir. Anadolu Selçuklu Devleti II. Keyhüsrev zamanında bütün devlet kademelerinde Arapça ve Farsça yazı ve edebiyat dili olarak kullanılmıştır. Halk ise öz dilleri olan Türkçe’yi kulanmıştır. İslamiyetin de etkisiyle hükümdarların Türkçe isimleri dahi yerini Farsça ve Arapça isimlere bırakmıştır.   Millet olarak birlikte yaşamanın önemli etmenlerinden biri olan dil birliğinin sağlanmasına inanan Karamanoğlu Mehmet Bey ise; “Şimden gerü hiç gimesne divanda,  dergâhda,  bergâhda ve dahi her yerde Türk dilinden özge söz söylemeye.” Fermanını vererek Türkçeyi resmi dil yapmıştır.  Karamanoğlu Mehmet Bey bu fermanı ile bir millet için yüce bir görevi yerini getirmiştir.  Türk diline yapmış olduğu katkı ve hizmet denilince akla gelen nadide diğer bir isim de hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Dili, tarihi ve inancı bir köprü olarak gören Mustafa Kemal, bu manevi köprüleri sağlam tutmamız gerektiğini vurgulayarak Türk diline Harf İnkılabı başta olmak üzere pek çok yenilik getirmiş ve katkı sağlamıştır. Dilimizin o dönemde farklı dillerden oluşmuş yapay bir dil  olması, dilimizin başka dillerin etkisine fazlaca girmiş olması,  söz varlığını ve kendisini geliştirecek yapısını kaybetmesi gibi dilimizdeki  birçok kusuru  fark etmiş Türkiye Cumhuriyetinin geleceğini sağlam temeller üzerine kurmak gayesiyle bütün Türk Dünyası için ortak bir alfabe oluşturmuş, dilde yapılan hareketleri de planlı bir hale getirmiştir. Türkçeye zenginlik ve güzellik kazandıran, Türkçe’yi koruyan, geliştiren; İsmail Gaspıralı,  Ziya Gökalp, Yunus Emre , Karacaoğlan, Hacı Bektaş-ı Veli ve daha niceleri…


Dememiz o ki;  dil toplumun hafızasında var olur, kavramlarını ve onlara yüklediği anlamlarını da gene milletinin değer ve inançlarından alır. Bir kavramı kabul edip benimseyerek dile kazandıran da millettir değersizleştirip anlamsızlaştıran da. Öyleyse dilin en önemli sahip çıkanı ve dili en çok koruyanı gene millet  olmalıdır. Dili korumak adına halktan devlet adamına, öğretmenden aydına herkese görev düşmektedir. Gerek çeşitli kanunlarla dil korunmalı gerek ağır yaptırımlar uygulanmalıdır. Daha önemlisi dil duyarlılığına, bilincine ve sorumluluğuna sahip bir nesil yetiştirmeli ve dünya dili olmaya yegâne aday, en güzel türkümüz olan Türkçemiz, milli his ve şuurla işlenerek bütün kulaklara duyurulmalı ve hak ettiği muazzam yerini almalıdır.


ÜMMÜGÜLSÜM  BAKIR


 

 

 

Turan Türker Kimdir? | Turan Türker Yazı Yarışması | Haberler | Anasayfa

Adres : Güniz Sok. No:14/11 Kavaklıdere - Ankara E-posta: tst@ada.net.tr