Turan Türker Kimdir?

2021 Yılı Birincilik Ödülü - Arif Umut NİGAR

Konu: Samih Rıfat HOROZCU ve İlk Dil Kurultayından Günümüze

 

1.Bölüm:

“Başlangıçta söz vardı.”

 

Bireyin varoluş kaygılarını temellendirdiği sözlü kültür ürünleri olan; mitler, efsaneler ve destanlar gibi halk anlatıları, antik toplumların insana ve içerisinde var oldukları evrene ait anlam kurma becerilerinin birer ürünüdür. Evrenin bilincini anlama ve karışma isteği ile varlığın birliğini anlama noktasından hareketle ulaşılan “öz” yahut “cevher”, sezginin aklın ötesine geçerek gerçeği kavramasıdır. Diğer bir ifadeyle ise yeryüzünün bir damla, umman olanın ise insan oluşudur.

 

Anlam kurmanın insana mı ait olduğu yoksa evrenin kendi anlamını kendisinin mi oluşturduğu ikilemi süregelse de varlık birliğinin ilk sebebi her toplumun aradığı ontolojik bir olgudur. Sözü geçen bu anlatılar, başlangıcını söz ile oluşturan insanlığın anlam dünyalarına ait ürünlerdir.

 

Kozmogoni mitleri, evrenin ve insanlığın başladığı noktayı esas alarak üstü kapalı bir öncelik vurgusu ile varoluşun başlangıcını, kaynağını anlatır. Bu sayede meraklı bakışlara yanıt vermeyi dener. Anlatılar içerisinde, vurgusu yapılan üstün bir güç tarafından, insanın yaratılan varlık olduğu söylense de varlığın kendi anlam dünyasını yarattığını söylemek; yeni bireyin uzak geçmişi, bugünü ve geleceğin duyuşunu sağlamak için ön koşulu oluşturur.

 

Türkolog W. Radloff tarafından derlenen “Yaratılış Destanı”, Altay Türklerinin binlerce yıllık süreçteki bu duyuşlarının bir ürünüdür. Önceliğin ve sonralığın olmadığı bir anın içerisinde, kişioğullarının ilk atası olan Tanrı Kayra Han tarafından çekilen yalnızlık ve can sıkıntısı dayanılmaz bir hal alır. Derin düşüncelerin suya karıştığı bir anda ise su dalgalanmaya başlar. Umay Ana, su yüzeyinde bir dalga olarak belirir. “Yarat!” diyerek yine suya gömülür. Varlığın ilk sözü, varoluşa kaynaklık eden ilk ifade bir kadının aracılığı ile söylenir ve oluş bu şekilde başlar.

 

“İlkel” olarak tanımlanan ve bilgi çağı toplumlarındaki kişi ile ayırt edilişinin “yazı” olduğu düşünülen “yazısız” insanlar arasındaki düşünme tarzı, B. Malinowski tarafından temel ihtiyaçlar düzleminde belirlendiği görüşüyle açıklanır. Levy-Bruhl’ün yaptığı çalışmalar da ise bu faydacı anlayışın karşısında “ilkel” düşünce tarzının “mistik temsiller” aracılığıyla belirlendiğini esas alan ve duygu temel düzleminden hareket eden bir görüş ayrılığının yer aldığı görülür.

 

Her ne şekilde olursa olsun, çıkar gütmeyen ve zihinsel süreç vasıtasıyla belirli bir anlam dünyasına erişilmesinin mümkün olduğunu gösteren sözlü kültür dönemine ait halk anlatılarının varlığı, Türk dili ile aktarılmış düşüncenin gelişimini ve olgunluğunu ortaya koymuştur. Tanrıça arketipi ile kişioğullarının dişil bir anlam dünyasında varlığı başlatmaları, toplumluk bilinç temelinin en önemli göstergelerindendir. Bu gösterge, binlerce yıl sonrasında “Analar insandır, biz insanoğlu.” söylemiyle varlığını devam ettirecektir. Türk dili; sahip olduğu atalar kültünü, anaerkil söylemi ve gelecekte söylenecek olan anlatıları binlerce yıldır korumuş ve saklamıştır. Bu nedenle dil, “insana temel insanî varoluş imkânını lütfeden bir donanım ve güçtür”.

 

2.Bölüm:

“Arayışlar Devrinde Millî Romantik Duyuş ve Türk Dili”

 

Siyasî Tanzimat ile başlayarak Osmanlı Devleti’nin siyasi düzlemde çöküşünün önlenilmesi ve toplumun mevcut temel sorunlarının tespit ile çözümü üzerine getirilen birçok anlayış mevcuttur. Bu reformlar aracılığıyla toplumu ilgilendiren değişimlerin Türk edebiyatı üzerine yansıması ile edebi düzlemde de Batı edebiyatı temel hareket noktası alınmıştır.

 

Edebî Tanzimat’ın oluşumundan 1940’lı yıllara kadar olan dönemi “Arayışlar Devri Türk Edebiyatı” ismiyle adlandırmak doğru bir yaklaşım olacaktır. Arayışlar Devri Türk Edebiyatı, başlangıcında taklide dayalı ürünlerin yanı sıra ortaya koyduğu temel düşünceler itibariyle “birey” ve daha ilerisinde “toplum” esasına dayanır. Bireyin algılanışı ve bireyin analitik düzlemde incelenişinin yanı sıra toplumluk bilincinden hareketle vatan fikrinin ilk defa dile getirilişi, kullanılan yazı dilinin toplum nezdinde karşılığının olmadığı gibi temel problemlerin çözüm arayışları bu dönemin yansıttığı temel düşünce sistemini ve dönemin temel problemlerini ortaya koyar.

 

“İstibdat Dönemi” ve bu dönem içerisinde var olan siyasî ve sosyo-kültürel anlayış, Servet-i Fünûn dergisi etrafında toplanan sanatçılar ile edebî Tanzimat’ın heyecanını ve ruhunu kaybettirmiş; dilde sadeleşme çalışmalarını, dönemin edebî anlayışını kesintiye uğratmıştır.

 

Fransız İhtilali ile oluşan yeni toplum düzeni “millî bilinç ve ulus inşasını” zorunlu kılmıştır. Millî bilinç ile ulus fikrine sahip olacak kişi “yeni birey” olacaktır. II. Meşrutiyet’in ilanından sonraki süreçte, özgürlükçü bir ortamda yeni bireyin doğuşu “dil düzlemi” esas alınarak başlamıştır.

 

1911 yılında, Selanik’te yayınlanan “Genç Kalemler” dergisinde şekillenen “Yeni Lisan” hareketi de millî bilincin oluşum evrelerini ve inşa edilmeye başlanacak olan “yeni hayat” içerisinde, kendilik değerine sahip yeni bireyin sahip olacağı yeni lisanın tarifini yapar.

 

Yeni bireyin sahip olduğu yeni lisan, halkın anlayacağı bir dildir. Yüzyıllardır Türk diline yerleşmiş olan Arapça ve Farsçaya ait kaidelerin tasfiyesi ile doğal dilin oluşumu sağlanacak, millîlik düzleminde sahip olduğu yeni dilin bilinci ile yeni birey varlığını temellendirecektir. Hasta ve doğal olmayan dilden hareket edilen ve hakiki bir düzlemden işlenilmeyen; tabiata aykırı, yapay bir dil ve edebiyat yerine halkın anladığı ve halka ait olanın anlatıldığı “millî romantik duyuşa” sahip, “millî dil ve millî edebiyat” ortaya konulacaktır.

 

Türk milletinin içinde bulunduğu zor koşullara ayna tutacak ve sosyal fayda temel prensibinden hareket edilecek bir anlayış hâkim kılınarak toplumun gelişimi için fayda barındırmayan, varoluşunu sağlamayan, estetik değerler ile donatılmış, anlaşılması güç bir dil ve sanat anlayışının önüne geçilmek istenir. Sanat; bilimlik düşüncenin gerisinde kalmış, aç ve çıplak millete yeni bir beden, yeni bir ruh oluşturmanın yanında besin de sağlamalıdır.

 

Devir, şuur devridir. Şuur, varlık düzleminden ele alınarak yeni bireyin temel hareket noktasını oluşturur. Bunun sonucunda millî dil ve millî düşünce sistemiyle hareket eden birey, bizi “yeni ulusa” götürür.

 

Ömer Seyfettin’in Millî Edebiyat Döneminde yayınlanan “İstanbul Türkçesi” adlı yazısında, bu dönem içerisinde esas alınması gereken en temel dil anlayışının vurgusu Türk kadınları üzerinden yapılarak yeni ulusun dili tarif edilir. “Az okumuş, az münevver kadınlara gelince, işte asıl lisanımızın vicdanı onlardır. Onlar hiçbir kitabın, hiçbir suniliğin tesiri altında olmayarak altın gibi bir Türkçe konuşurlar. Ecnebi kelimeleri bozar, bizim millî tecvidimize uydururlar. İstanbul Türkçesinin ahengi onların dudaklarında, lisanımızın sarfı onların sinelerindedir.” ifadeleriyle Türk dilinin bozulmamış halini konuşan, yabancı dillerin etkisi altında kalmamış ve sahip olduğu saflığı, doğallığı sürdüren kişilerin Türk kadınları olduğu vurgusu yapılır.

 

“Türk dili, hala Umay Ana’nın özüne sahip olan Türk kadınlarının konuştuğu ‘saf Türk dili’ olmalıdır.”

 

3.Bölüm:

“Yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet…”

 

1874 yılında, Nisan ayının on altıncı günü İstanbul’da doğan cılız bir çocuk, ağabeyi gibi koşup oynayamasa da okumaya olan merakını gören annesi, ona Âşık Garip, Battal Gazi gibi halk anlatılarının olduğu kitaplar sipariş eder. Eğitim ve öğrenim hayatı, sağlıksız ve iştahsız bir çocuk olduğu için evlerine gelen öğretmenler ile sürer. Mantık, Farsça, Fransızca ve Arapça gibi dersler alarak öğrenimine devam eder. Zaman içerisinde memur olarak Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde görevini sürdürür.

 

Edebiyat sevgisi öncelerinde Fuzuli’yi, çağdaşı olduğu Muallim Naci’yi, Avnî Bey’i örnek aldırır. Bektaşi meşrep bir aileye mensup olmanın yanı sıra Mevlânâ’nın ve Mevlevilik yolunun izini takip eder. II. Meşrutiyet’i takip eden yıllara gelindiğinde Bektaşi şiirinden aldığı ilham ile bir tarafta Servet-i Fünûncuların anlaşılması güç olan anlam ve dil anlayışı, bir taraftan da Millî Edebiyat ile kesişen yollar sayesinde halk şiirinin sahip olduğu sade dil ve hece vezninin kullanımıyla halk şiirini andıran Bektaşi nefesleri yayınlar.

 

Çanakkale’yi geçemeyen düşman gemilerine şehrin anahtarının sunulmasıyla işgal gemileri İstanbul’a giriş yaparken İzmir’de işgal altındadır. O yıllarda geçim derdinden aile eşyalarını satmak zorunda kalır. Önceki yıllardan itibaren eşinin vefatı, evinin ve bütün kitaplarının yanarak kül olması, hastalığı ve en sonunda da İstanbul’daki yaşamında gördüğü işgal, günden güne onu yorgun düşürse de Millî Mücadele yıllarına kadar çeşitli gazetelere, dergilere yazılar yazmaya devam eder. Bütün bu zorluklara rağmen Türk dili ve tarihi üzerine yaptığı araştırmaların ardı sırası kesilmez. Küçük çocuğun olgunlaşarak memuriyetten edebiyata, zorluklardan hayal dünyasına kaçışının hikâyesi Anadolu’ya ayak basmasıyla değişir. Tarih, Samih Rifat Bey’in verdiği vatan ve dil mücadelesini, fikirlerini nesilden nesile aktarır.

 

Samih Rifat Bey, Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkarak Türk milletinin istiklal mücadelesini başlatmasıyla İstanbul’da duramaz. Arkadaşları ile Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, cephelerde dolaşarak millî mücadele ruhunu aşılamak ve moral kazandırmak için çeşitli nutuklar verir. “Güzel Aydın” ve “Akdeniz Kıyılarında” adlı şiirleri, kazanılan zaferin ruhunu yansıtan eserler olarak zamanın ötesine geçmeyi başarır. Millî Mücadele yıllarında, Malarya hastalığı ile yorgun düşen ve sesi kısılan Samih Rifat Bey’in hatiplik rolü, bu nedenle bir süre sonra son bulur.

 

Siyah kalpaklı, koyu renk gömlekli erkeklerin; sade elbiseli, süsten arınmış kadınların ve fakirlik içerisinde bir amaç peşinde koşulan bir hayatın olduğu Ankara’daki yaşama dahil olur. 1922 yılında “Türkçede Tasrif-i Huruf Kanunları ve Tekellümün Menşei” adlı çalışması ile “Güneş-Dil Teorisi” çalışmalarının temeli atılır. Türk dilinin diğer dillere kaynaklık ettiği görüşüyle beraber Ari ve Sami lehçelerine ait köklerin Türkçeleriyle aynı olduğunu açıklanır. Samih Rifat Bey’in dil konusundaki yaptığı değerlendirmeler, Atatürk’ün Türk dilinin tarihi üzerine anlayışıyla örtüşür.

 

Kurtuluş Savaşı sonrasında Türk milletinin kendi öz varlığını tanımlayan bir devlet kurması ile 1928’li yıllara kadar en çok tartışılan konu Türk dilinin sadeleşmesi, yazım ve alfabedir. 1928 yılının sonbaharı ve 1929’un başından itibaren gerçekleştirilen Harf Devrimi, Türk dilinin köklü geçmişinin araştırılmasının başlangıcı için önemli bir adım atılmış olur.

 

I. Türk Tarih Kongresi’nde reis vekili olan Samih Rifat Bey, 2 Temmuz 1932’de “Türkçe ve Diğer Lisanlar Arasında İrtibatlar” hakkındaki tezini okur. “Tanrı”, kelimesindeki tan unsurunun gök ile olan bağlılığını anlatarak Çincedeki “tien” kelimesini açıklar. Orhon Türklerinin “tengri” olarak Sümerlerin ise “dingri” şeklindeki telaffuzlarıyla örneklendirir.

 

“Tın” kelimesinin üzerinde durarak Uygur ve Çağatay Türkçelerinde ruh, hayat ve soluk anlamlarına geldiğini belirtir. Kutadgu Bilig’de yer alan bir beyitte geçen “tin” kelimesinin “nefes” anlamında kullanıldığını örnek gösterir. Kavramın yönlendiriciliği ile Sami dinlerdeki Adem’in “tın” ile yaratıldığını, burun deliklerinden içeriye üflenen “tın” sayesinde kişi ile yaratıcı arasında "karışma” meydana geldiği anlatır. Konuşmasının devamında Avrupa dillerinde yer alan Türkçenin izlerine ait örnekler vererek Avrupalı dilcilerin bu izleri göremediğini belirtir.

 

Kurultayın son gününde, Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine “Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin kurulmasına karar verilir ve Samih Rifat Bey kurumun reisliğine getirilir. İlk Dil Kurultayı, 26 Temmuz 1932 gününde başlar. Samih Rifat Bey’in yaptığı açılış konuşmasında dilin millîleşmesi ve halka yaklaştırılmasının öneminin vurgusunu yapar. Dil Kurultayı’nın dördüncü gününde yaptığı konuşmada ise Kutadgu Bilig ile Şehnâme’yi karşılaştırarak birçok noktada Yusuf Has Hacib’in eserinin ön plana çıktığını, aruz vezninin Araplardan evvel Türklerin kullandığını bir kuram olarak ifade edip bu fikri savunur.

 

“Yeni ulusun, yeni bireyinden beklenti; ‘varoluşa’ kaynaklık eden Türk dilinin bilincine sahip olmasıdır. Dil Devrimi ile hedeflenilen Türk kadınlarının sahip olduğu, konuştuğu dilin üstün kılınmasıdır. Yabancı kelimelerden ve dilbilgisinden arındırılarak saf bir dil haline gelen ‘Öz Türkçe’, bireyin yeni dilidir.”

 

4. Bölüm:

“Umay Ana’nın Yarına Olan Sözleri”

 

Türk kolektif bilinci, gerçekleştirilen öze dönüş hareketi sayesinde yeni bireyin zihninde tekrar oluşmuştur. Türk kadını ve Türk erkeği, kendi varoluş gizemlerinin dilinde olduğunun farkına varmıştır. Bu nedenle; Dil Kurultayları, “kendilik değeri” sahibi bireyin öz varlığı için duyulan en temel ihtiyaçtır. Amaçlanan şey; uzak geçmişi bugünden duymayı sağlamak ve yarına söyleyecek sözler bırakmaktır. Derleme ve tarama faaliyetleri ile geçmişte söylenilen ancak bugün unutulan sözleri tekrar hatırlamaktır.

 

Samih Rifat Bey, ömrü boyunca geçirdiği rahatsızlıklara rağmen az uyku ve az yemekle; yerde minderlerin üzerinde, Türk dilinin uzak geçmişini duymak için yaptığı çalışmalar sayesinde bugünü konuşuyor, yarına söylenecek sözler bırakıyoruz. Yaptığı çalışmaların çoğu kâğıt üzerinde kalsa da söylenemeyen sözleri aynı duyuşla duyarak aynı his ile hissederek var ediyoruz.

 

Binlerce yıl öncesindeki “Turan” ülkesinde, bütün Turanî kavimlerin birlikte olduğu zamana ait kamların çaldığı davulların sesi, Umay Ana’nın ilhamı; bugün Anadolu’daki âşıkların, Türk saz şairlerinin şiirlerinde, mızraplarında gizlidir. Bu nedenle, Türk Abdal geleneğinin son büyük temsilci olan Neşet Ertaş tarafından söylenilen “Analar insandır, biz insanoğlu.” cümlesi; Türk kolektif bilincinin, varlık alanının ve anlayışının en temel göstergesidir.

 

“Türk dili, Türk kadınları ile var olmuştur. Varoluşun başlangıcını kadın aracılığıyla gerçekleştiren Türk dili, Türk kadınlarının sahip olduğu saf dil anlayışı ve dil bilinci ile varlığını yine bu şekilde sürdürmeye devam edecektir. Gök kubbenin altında söylenmemiş hiçbir söz yoktur. Türk kadınlarının Türk dili ile söyleyecekleri sözler hariç…”

 

Kaynakça:

1.) Celepoğlu, Ayşegül, Türk Dil Kurumunun Kurucu Başkanı Samih RİFAT Hayatı ve Eserleri, TDK, Ankara, 2008

2.) Heidegger, Martin, On the Way to Language, tr. Peter D. Hertz, Harper&SanFrancisco, 1982, s. 112.

3.) Polat, Nazım Hikmet, Ömer Seyfettin Bütün Nesirler, s.484, TDK, 2016,

Turan Türker Kimdir? | Turan Türker Yazı Yarışması | Haberler | Anasayfa

Adres : Güniz Sok. No:14/11 Kavaklıdere - Ankara E-posta: tst@ada.net.tr