Turan Türker Kimdir?

2010 Juri Özel Ödülü - Orhan Kars

 

Türkçe Bilen Aranıyor
Yeryüzünde hatta evrende her şey değişim geçirmektedir: başta doğa olmak üzere canlı-cansız varlıklar, kurumlar , anlayışlar, gelenek-görenekler, inançlar… Evrende değişmeyen tek kural, değişimin ta kendisidir. Toplulukların ve toplumların anlaşma aracı olan dil de bu kurala uymaktadır. Geçmişte konuşulmuş ve yazılmış , ancak bu gün yok olan diller(Hititçe, Sümerce vb.) olduğu gibi. Hem geçmişte hem de bu gün varlığını koruyan diller de vardır. Bunlarda eski biçimleriyle günümüzdeki biçimleri birbirinden çok faklıdır.

Türkçe de en eski varlığını koruyan dillerdendir. Her dilin kaderinde olan değişimden Türkçede paylanmıştır. Değişimin izlerini görebileceğimiz en basit örneği 8. Yy. Orhun Yazıtlarında geçen aşağıdaki tümcelerdir. Bu tümceleri  Türkoloji öğrenimi görmeyenlerin anlayabilmesi çok güçtür:

Çığany bodunuğ bay kıtlım , az bodunuğ üküş kıtlım.
(yoksul halkı zengin yaptım, az halkı çok yaptım)
Elsiremiş kağansıramış bodunuğ, küng  edmiş kuladmış bodunuğ
(devletsiz hakansız halkı, kul köle olmuş halkı)

Değişmeler dilin her düzeyinde ve değişik sürelerde ortaya çıkar. Başka bir deyişle dilin ses, biçim, söz dizim, anlam ve sözvarlığı alanında kısa ya da uzun sürede değişmeler olur.
Dilin sözvarlığı dış etkilere en açık alandır. Öteki düzeylerde değişmeler genellikle uzun sürede ortaya çıkarken sözvarlığında kısa sürede de değişme gözlenebilmektedir. Toplumdaki ve evrendeki her değişme öncelikle sözvarlığına yansımaktadır. Sonrada  dilin öteki düzeyleri de etkilenmektedir. Dilsel değişimin aşağı yukarı 30 yıl aldığı öne sürülmektedir. 1279 yıllık (bilinen)Türkçenin nasıl bir değişime direnç gösterdiğini görebiliyoruz. Ama yinede değişimin kaçınılmaz olduğunu anlıyoruz. Değişimde önemli olan dilin tamamen değişmesinden ziyade belli bir çerçeveyi koruyarak değişmesidir. İşte büyük diller değişirken bu özelliğini koruyarak yok olmaktan kendisini kurtarmıştır. Bu çerçeveyi belirleyen dil politikasıdır.( dil planlaması)
Bizdeki dil politikamız ilk olarak Kutadgu Bilig ve Divân-I Lügâti't Türk’tür. İslamiyet’in 10.yüzyılda Türkler arasında yayılmaya başlamasıyla Türkçede geniş ölçüde Arapça ve Farsçadan etkilenmeye başlamıştır. Bu durum ilk İslami yapıtlarla birlikte dikkati çekmektedir. Böylece yalnızca yeni din ile ilgili kavramların değil din dışı kavramların da Arapça Farsça karşılıkları Türkçede yer edinmeye başlamıştır. Ancak Türkçenin değişim sürecinde o dönem yazı dilinde yabancı öğelerin fazla oluşandan söz edilemez.  İslamiyet öncesi döneminde Türkçenin en eski yazılı belgeleri olan Orhun Yazıtlarından ödünçlerinin oranı %1’in altındadır. Yabancı kültürlerle sıkı ilişkilerin kurulduğu bir evrenin dili olan Uygurcada ise%2-5( kimi yerlerde %12’ye kadar çıkar.) arasında değişmektedir. İslamlık sonrasında Kutadgu Bilig’de ödünçlemenin oranı %1,9 bundan yaklaşık iki yüzyıl sonra yazılan Atabetü’ül Hakayık’ta ise %20-26 arası değişmektedir 
Ne var ki İslam dili olan Arapçanın yoğun etkisi 16. yüzyıldan başlayarak Cumhuriyet dönemine kadar Türkçenin değişmesinde kendisini gösterecektir. Bu etki  iki yönde olmuş, böylece yazı dilinde iki farklı değişke ortaya çıkmıştır.:

1-) Saray ve çevresinde , şairler , yazarlar gibi aydın sayılanlar arasında Arapça ve Farsça  sözcük ve dilbilgisi özellikleriyle yüklü , Divan edebiyatı olarak gelişen Osmanlıca

2-) daha çok sözlü geleneklerle sürdürülen, Arapça ve Farsça ödünçlemelerin az ve sözcüksel düzeyde kullanıldığı çoğunlukla halk edebiyatı olarak gelişen Türkçe
Böylece Türkçe birbirinden giderek farklılaşan iki değişke halinde gelişimini sürdürmeye başlamıştır.Eski Anadolu Türkçesi ve ondan önceki evrelerde karşılaşılmayan bir dilsel ikililik ortaya çıkmıştır. İşte özellikle Divan edebiyatında ve bilimde ,Arapça - Farsça sözcükler ve kurallar Türkçede büyük bir yer tutmaya başlamış hatta dili anlaşılmaz kılmıştır.  O dönemin üstatlarında bunu daha iyi görebiliyoruz.Baki’nin %65 ,Nefi’nin %60, Nabi’nin ise %54 oranında ödünç  sözcük kullandıkları saptanmıştır.
Türkçedeki bu değişkeliğin yazarlar arasında ayrıma sebebiyet verdiği için büyük tepkide doğurmuştur.Türk-i Basit adıyla anılan  bu akımın temsilcileri , dilsel ikiliğe ödünçlemelerin neden olduğundan hareketle Arapça ve Farsça sözcüklere ve dilbilgisi özelliklerine çok az yer vererek yine aruz ile şiir yazmayı denemişlerdir.  Bu akımın temsilcilerinden divan sahibi Edirneli Nazmi’den alınan aşağıdaki örnek, aruzla ama çok az ödünçleme kullanarak da şiir yazılabileceğini ortaya koymaktadır:

Gördükçe gönül ol güzeli yüz sürüyü var
Düş ayağına hem elini öp delü olma
Halka indirgenerek oluşturulan bu yeni dil anlayışı ,eski anlaşılmaz saray dilini alaycı bir üslupla işlediği görülmektedir.Bunun en güzel örnekler Karagöz, Kukla  ve Ortaoyunu metinlerinde ortaya çıkmaktadır.Bilindiği üzere,Hacivat’ın aydınların diliyle konuştuğunu Karagöz’ün halk dilini kullanması , dönemin dil durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Karagözün okumamış bir halk adamı olması ve halk diliyle konuşmasını , ödünçlemelerle dolu konuşmaları alamamasına ya da anlamaz görünmesine, sözcükleri Türkçe olanlara benzeterek ters anlamlar vermesine karşılık Hacivat; öğrenim görmüş ve medrese diliyle konuşan, Karagöz’ün tam tersi bir tiptir. Birbirine zıt yapıda olan bu iki tipin konuşmaları saray dili ile halk dili arasındaki farkın en çarpıcı örneklerini vermektedir. Örnek:

Hacivat: Surette insansın, amma sırette hayvandan farkın yok.
Karagöz : Suratın insan ama sırtın havyan ne demek? Bu lafın Türkçesi yok mu?

Türk toplumu, Tanzimat Fermanının ilanından sonra değişik bir kültür çevresi olan batıya yönelmiştir. Böylece yeni ortaya çıkan kavramlara karşılık olmak üzere vatan, millet, milliyet, ikbal-i vatan, ittihad- kalb-i millet, gavga-yi hürriyet, gaye-i devlet, efkar-ı Fireng vb. öğeler kullanılmaya başlanmış, o dönemin sloganı olan hürriyet , uhuvvet, müsavat gibi sözcükler Türkçede sıkça kullanılır olmuştur.  Gazete ve dergilerde sayı bakımında çoğalması , her şeyden önce onları okuyup izleyecek bir kitlenin olmasını , dolayısıyla 16. Yüzyıldan beri süregelen ikiciliğini ortadan kaldırıp birleştirilmesini  gerekli kılmaktaydı. Bir çok akımla bunu gerçekleştirilmek istenmiştir. Genç kalemler de bunlardan birisidir. Bu, dilde sadeleşme hareketinin özünü, Türkçeden yabancı kaidelerin çıkarılması ve yazı dili ile konuşma dili arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması oluşturur. Genç Kalemler dilde birliği ve dilde ulusallaşmayı savunmuştur,ayrıca 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı'na damgasını vuracak olan "Milli Edebiyat" akımının da öncülüğünü yapmıştır. Dergide bir yandan ulusal dil ve edebiyat anlayışının kuramsal çerçevesi çizilirken, diğer yandan bu kuramsal çerçeveye uygun olarak, savunulan görüşler hayata geçirilmiştir. Özellikle Ömer Seyfettin'in hikâyeleri ("Bahar ve Kelebekler", "Pamuk İpliği", "İrtica Haberi", "Bomba" vs.) bunun en nitelikli örnekleridir. Genç Kalemlerin başlattığı dil ve edebiyat hareketi, dönemin özellikle İstanbul aydınları tarafından tepkiyle karşılanmış ve aydınlar arasında sert tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Dilde ikilik tekrardan gündeme gelmeye başlamıştır.

Değişen dünyada yalnızlaşan siyasi diktanın yerini ulus devletine bırakmasıyla yıllardır süregelen bazı kabul görmüş kavramlar tekrar gündeme gelmiştir. Bu sefer  dilde sadeleşmenin adı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Dil, insan topluklarını, müşterek fikir faaliyetleri içinde birleştirerek, onları bir millet haline getirdiğini bildiği için inşa ettiği Türk devletini , bu saray ve halk dili polemiğinden kurtarmalıydı. Güçlü ,yeniliğe açık sağlam bir yapıya kavuşturmalıydı. Türk dilini bu günkü ve yarınki medeniyete kucaklayabilecek  en güzel şiveli ve ahenkli bir ifade vasıtası haline getirmek için 1.Türk Dili Kurultayı” bundan tam 79 yıl önce , 26 Eylül Pazartesi günü toplandı. 713 dil sever aynı amaç için bir araya geldi. Kimler yoktu ki bu kurultayda 237 öğretmen –eğitimci,94 Gazeteci –yazar-ozan –yayımcı –basımevi sahibi,69 profesör –öğretim görevlisi ve yrd.,57 milletvekili –politikacı,51 müsteşar-büyükelçi-vali –kaymakam-bakanlık görevlisi ve memur,43 subay,33 doktor ve sağlıkçı,27 yargıç-avukat-danışman,11 dil uzmanı , dilci çevirmen,11 maliyeci-ekonomist ve sayman,6 mühendis,Din görevlisi-ilahiyatçı,5 tarımcı-ormancı-çiftçi,4 Sanayici –tacir,2 ptt görevlisi ,3 belediye başkanı ve belediyeci,1 dramaturg,1 radyocu,1 antikacı …Görüldüğü üzere Gazi önderliğinde başlatılan yeni dil planlaması topyekun seferberlikle gerçekleşmek zorundaydı.

Atatürk’ün emriyle Türk Dili Tetkik Cemiyeti 1932 yılında kuruldu.1932 yılında 1938 yılına kadar, Türkçe üzerindeki çalışmalar üç yarı temele oturtuldu.1931-934 yılları arasında aşırı bir özelleştirmecilik veya tasfiyecilik yapıldı. Bütün Arapça ve Farsça asıllı kelimeler dilimizden atılmak istendi. Öz Türkçeyi yakalayalım derken Bu devrede de Türkçede kısırlaşma baş gösterdi. Türkçe bir çıkmaza girdi.

Dilde aşırı tasfiyecilik hareketi Atatürk’ün emriyle 1934 yılında bitti.1934-36 yılları arasında Türkçe, genel çerçevesi korunarak daha sağlam bir temele oturtuldu.Türkçeleşmiş tümceleri dilden atmaktan yani dilin kolunu kanadını budamaktan vazgeçildi. Onun yerine yıllar içinde Türkçeleşmiş kelimeleri koruyarak yüzünü aydınlığa dönen bir yandan da eskiyle yeniyi kucaklayan, dilde birliği sağlayan bir dil anlayışı benimsendi.

Türk Dili Tetkik Cemiyetiyle (sonraları Türk Dil Kurumu) başlayan ve 1980’e kadar dilin sadeleştirilmesi, devletin , aydın kesimin dilinin halk diliyle daha da bütünleşmesi hareketi yaygınlaşmıştı. Ama son 20 yılda halk diline kadar geçmiş, iyice yerleşmeğe başlamış Türkçe terimlerin yerine, garip “Anglomanlıca” sözlerin kullanılması adet oldu. Nedir Anglomanlıca? Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu:” anlamı ne İngilizce’ye , ne Fransızca’ya  tam benzeyen laflar” olarak açıklar. Artık bazı dükkanlarımızın , iş merkezlerimizin, eğlence yerlerimizin isimleri, yabancı kelimelerle yüklü.“The Karadeniz-The Akdeniz gibi. Bunun altında yatan sebep bir eziklik duygusu mu yoksa insanlara olduğundan daha bilgili daha kültürlü gözükme duygusu mu anlamış değilim.İnsanlar ne kadar basitleşmişler.

 Türkiye’deki dil zevksizliğinin, Türkçe yozlaşmasının önüne devletimiz geçmeliydi. Tıpkı daha eskilerde ve 1930’lu tarihlerinde olduğu gibi.Ama devletimiz, üzerine düşeni yapmıyor. Bakın bizim kelimelerini devşirdiğimiz Fransa’ya dilini korumak için neler yapıyor onu anlatayım: Fransa’da bundan 372 yıl önce , bir dil akademisi kuruldu.Dille ilgili çok önemli bir kanunlar çıkarıldı. 665 sayılı Fransız kanununun bazı maddeleri şöyle:

“Madde 1: anayasada cumhuriyetin dili olarak kabul edilmiş olan Fransız dili Fransa’nın kişiliğini ve ata mirasına gösteren temel unsurdur. Eğitim çalışma, kamu ilişkilere ve hizmetleri için kullanılacak dil Fransızcadır.

Madde 2: bir malın, bir ürünün veya bir hizmetin adında, sunuluşunda , tanıtılmasında, kullanma veya faydalanma kitapçığında, garanti sınırlarını ve şartlarını belirleyen açıklamalarda ve bunlarla ilgili fatura ve makbuzlarda Fransız dilinin kullanılması mecburidir. Yazılı, sözlü veya görüntülü her türlü reklam için de Fransızca kullanılması mecburidir.

Madde 3: kamuya açık bir yerde bir toplu taşıt aracında halkı , bilgilendirmek için yapılan tanıtımlarda veya buralara yapıştırılan her türlü yazı ve ilanlarda Fransızcadan başka bir dil kullanılamaz.

Madde 6: Fransa’da Fransız uyruklu gerçek veya tüzel kişilerce düzenlenen bir gösteriye veya bir kongreye katılan herkes görüşlerini Fransızca olarak ifade eder. “

Bizim özendiğim Fransa bunu yapabiliyor biz neden yapamıyoruz? Bir örnek daha vereyim:Belçika’nın Bürüksel şehrinde, bizim vatandaşlarımızdan biri, bir lokanta açmış. İsmini de “ Sultan Kebap “ koymuş. Belçikalı kadınlar, ellerinde pankartlarla gelip o “Sultan Kebap” ismini protesto edip kapanması için baskı yapmışlar. Biz madem Fransızlar gibi devletin eliyle Türkçemizi koruyucu yasalar çıkartamıyoruz pekala Belçikalı kadınlar gibi dilimizi gelen saldırıları protesto edebiliriz. Biz ne onu yapıyoruz nede bunu. Madem siz yapamıyorsunuz ,yapmak isteyenlere mani olmayın.Değişimden korkmayın.Bir hikaye vardır bilenler bilir:
 Cumhuriyetimizin ilanından birkaç yıl sonra Avrupa’dan bir ilim heyeti davet etmişiz. Birtakım meselelerimizi  nasıl halledebileceğimizi o heyete sormuşuz. Adamlar çeşitli konularda incelemelerde bulunmuşlar, sonra bizimkilerle bir araya gelmişler.

-“Milli eğitim davanızı şöyle şöyle yaparak halledebilirsiniz”, demişler. Bizimkiler:
- olmaz! Diyerek karşı çıkmışlar.
-çünkü mevzuatımız müsait değildir!
Adamlar şaşırıp kalmışlar, sonra:
-ziraat davanızı böyle böyle yaparak çözebilirsiniz, demişler
Bizimkiler:
-mümkün değil diye omuzlarını kaldırmışlar.
-çünkü mevzuatımız söylediklerine engeldir.
Adamlar aptallaşıp kalmışlar sonra
-enerji davanızı şu şekilde rayına oturtmalısınız demişler

Bizimkiler
-ne diyorsunuz diyerek gülümsemişler.
-o söylediklerinizi yapamayız. Çünkü mevzuatımızda hüküm yok.
Velhasıl adamlar ne demişlerse bizimkiler mevzuat hazretleriyle karşılarına dikilmişler. Olmaz demişler. Yapamayız, imkansız diye itiraz etmişler. Avrupa’dan davet ettiğimiz o teknik heyeti ilgilileri iki satırlık müthiş bir rapor verip ülkelerine dönmüşler raporlarına şöyle yazmışlar.
“Türkiye kalkınabilir , medeni bir ülke olabilir. Fakat mevzuatı müsait değildir.”
Hikayeden de görüleceği üzere biz değişimlere kapalı bir millet olduk, çıktık. Her şeye bir kulp takan , sırtımızı batıya döndük sanıp iyice gerileyen bir millet. Ödünçlemelerle ileri seviyeye ulaşılmıyor. Hala anlamıyorum 1930-1939 arasında yapılan dil kurultayları çok iyi giderken , herkesi kıskandıracak bir dile sahip olmuşken ne oldu da eskisinden beter olduk. İçinizden Gazi öldü dediğinizi duyar gibiyim. Ama Gazi ölümsüz değil ki şimdi ne yapacağız?Onsuz da başımızın çaresine bakmalıyız ama nerde!!! Geçenlerde bir araştırma yapıldı. Görüldü ki,530 otelimizde sadece otuzunun adı Türkçedir. 500 otelimize yabancı isemler konulmuştur. Türkiye’de yayınlanan 100 dergiden 70’inin adı İngilizce , Fransızca, Yunanca, şunca-bunca.Canım Türkçe dururken nerden geliyor bu küçüklük duygusu?Biz , bir sömürge milleti miyiz yoksa?
Sayın Oytun Şahin(yazar), Ankara’nın  Çankaya ilçesinde 100 kişi üzerinde bir anket yapmış. Başvurduğu kişilerden 23’ü lise 77’si üniversite mezunu imiş. Onlara sormuş ve sordurmuş.
-sesli yayın organlarında yapılan dil yanlışlarını fark ediyor musunuz?

97 kişi evet diye cevap vermiş. 3 kişi dil yanlışlarının farkında olmadıklarını söylemiş. Tekrar sorulmuş.

-Peki farkına vardığınız bu yanlışlar karşısında ne yapıyorsunuz?
4 kişi önemsemiyorum demiş, 36 kişi rahatsız oluyorum demiş,37 kişi endişe duyuyorum demiş,

23 kişi sinirleniyorum demiş.
Peki ya sonra? Sonrası bize Belçikalı kadınları hatırlatıyor.
Çünkü anket iç in seçilen 100 kişiden sadece 2’si “Türkçe yanlışı yapan yayın organını telefonla, belgegeçerle, elektronik mektupla arayarak ikazda bulunuyorum ” demiş.
19 kişi hiçbir tepki göstermiyorum demiş. Geride kalan çoğunluk ise: üzülüyorum, kendi kendime söylenip duruyorum, üzüntümü çevremdekilerle paylaşıyorum. Diye cevap vermiş. İşte hal böyle olunca biz büyük bir sömürge devletiyiz kanısı uyanıyor insanın beyninde.

Bir insan zenginse, kesesinin ağzını açarak kendisine yakışan şık kıyafetler, zarif kıyafetler alabilir. Ama hiç kimse, okumadan , araştırmadan, çalışmadan, parayla fikir satın alamaz. Bir başkası acıyıp dilimizi kurtarmak için protestolar yapalım demez. Yardım edelim demediği gibi köstek olur. Dilimizi unutmamız için toplum mühendislerini harekete geçirir.1279 yıllık Türkçemiz dün nasıl ayakta kalmışsa yarında ayakta kalmalı. Yalnız bu ayakta kalış bu günkü eğitim sistemiyle olmayacağı gün gibi ortadadır. Bunu örneklerle anlatmak herhalde daha iyi olacak:

ABD’de bir yılda 72,500 çeşit kitap basılıyor. Almanya’da bir yılda 68,000, Japonya’da 42,000, Fransa’da 27,000, Türkiye’de ise bir yılda sadece 7,000 kitap basılıyor.
1,000 kişiye düşen kitap sayısında da dikkate alırsak diyebilir ki ABD’de bin kişiye 2,700 kitap,, Fransa’da bin kişiye 1,700 kitap, Japonya’da bin kişiye 1,000 kitap düşüyor. Türkiye’de ise bin kişiye düşen kitap miktarı sadece 7’dir.
Kitap okumak bizim neyimize değil mi? Bizim kahvehanelerimiz var günümüz buna ne kadar Cafe desek de. Türkiye’de 95 kişiye bir kahvehane , 64 bin kişiye ise bir kütüphane düşüyor. Beğendiniz mi?Devlet Bakanlığımızın yaptırdığı bir araştırmadan anlaşılmıştır ki, gençlerimizin % 69’u okumuyor. Peki bu nasıldı??? Yetmez değil mi örnekleri artırmamız gerek. Ne kadar da iyiyiz görmemiz gerek!!!Türkiye yeteri kadar ilim adamı ve teknik elaman yetiştiremediği için geri. ABD’de bir yılda 204 bin,İngiltere’de bir yılda 42 bin, Almanya’da  26 bin,Japonya’da 23 bin ilmi araştırma yapılıyor. Türkiye’de ise bir yılda yapılan ilmi araştırma sayısı sadece 6 bin civarındadır. Okumadan, yani kafamızı çalıştırmadan ilmi araştırmalarda bulunmadan nasıl kalkınabiliriz?

Bu kadar örneği verdik ama eksik bıraktığım bir şey daha var kelime haznemizde eksik bizim. Namık Kemal diyor ki:

“Bir insanın zekasıyla bildiği kelimeler arasında ciddi bir bağ vardır. Yani bir insan ne kadar çok kelime biliyorsa, aklını da o nispette kullanmış olur. Az kelime bilen az zeki olur. Söylenenleri-yazılanları az anlar, az anlatır. Çok kelime bilenler ise okuduklarını çok daha iyi anlar, meramını çok daha rahat anlatırlar.”bir bakalım bizdeki kelime haznemiz ne kadarmış yada ne kadar zekiyiz!!! İlk eğitimden geçen çocuklarımız ders kitaplarında 7 bin kelimenin sadece %10’uyla konuşup yazıyorlar. Birde yabancılara bakalım ne kadarmış: İlk eğitimden geçen çocukları ABD’de 71 bin,Japonya’da 42 bin, İtalya’da 33 bin kelimeyle konuşup yazıyorlar. Anlaşılan yüksek öğrenim yapan gençlerimizle  ABD veya diğer devletlerin ilk öğrenim yapan çocuklarının zeka seviyesi aynı. Daha dilekçe yazamayan yada meramını anlatamayan insan güruhundan ne beklenebilir ki! Aşağıdaki metin apartman yöneticisinin apartman sakinleri için yazılmış. O metin de ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Sayın… Apartman sakinleri dikkatine ;
Lütfen, içinde bulunduğunuz apartmanın içinde oturan sahipleri ve kiracıları binayı yakmak için uğraşılmaktadır.
1.  Dairelerde bulunan iki tuvalet aydınlıklarına çöp kağıt artı sigara yanık vaziyette izmarit atılmaktadır. Binanın aşağıda bulunan mağaza, kiracı ve sahipi , Süleyman bundan bir ay önce yangın çıkmış itfaiyeye haber verildi fakat etfaiye gelmedin mağazalar ve Süleyman tarafından tuvaletteki aydınlıkta olduğu görülüp kendileri söndürmüş olup içinden çıkan pislik çuval dolusu çöpler çıkmış siz sakinler teşhis etmek isterdim olmadı.

2. Yine iki tuvaletlere paçavra –kağıt ve sair atılarak mağazaların duvarlarından geçen kanal tıkanarak. Mobilyacı ve halıcının eşyaları ıslanmış olup bu kanalı Süleyman tarafından temizlendikten sonra yine aynı pislik bu sefer mağazalardan bodruma sirayet etmiş olup bodruma sular, pislik artı… Dolmuş bulunmakta olup bu dolmadan mütevellit hidrofo ve kuyu motoru ıslandığı takdirde bu zararın hepimiz için iyi olmayacak siz sakinlerden Allah’ını seven tuvalet aydınlıklarının pencerelerini tamamen kapatınız ve tuvaletlerle pislik atılmaması önemle rica ederim.
Saygılarımla
…………….
Apartman Yöneticisi
İmza

Görüldüğü üzere gençlerimizin %69’unun okumadığı bir o kadarı da daha kendisini ifade bile edemediği bir çağda Türk Dilini yaşatmaya çabalıyoruz. Eski zamanlarda en azından edebiyatla, felsefeyle, bilimle uğraşan insanlarımız vardı. Saray diliyle halk dili ayrı ayrı olsa da ortada Türkçe diye bir dil vardı. ama şimdi Anglomanlıca diye uydurma dil var. Korkum şu ki garip giyinişli, saçları kabarık Emo diye bilinen ağızlarında saçma sapan  sözcükler:oha oldum-şey yaniii…çüş yaniii.. gibi söylevlerin yazı dilimize girmesi.Siz o vakit düşünün Türkçenin halini.

Türkçemizin o günleri yaşamaması için , Türkçemizin yok olmaması için Mehmet Zeki Akdağ’ın dediği gibi  “Türkçe Bilen Aranıyor”
Sesim kuşatma altında
Yabanıl sözler sarıyor.
Yürekli bir direnişe
Türkçe bilen aranıyor!

Uykusuz düşler kısaldı
Tarihimiz öksüz kaldı.
Türkü dilimi kim çaldı?
Türkçe bilen aranıyor.

Trovasız buluşlara
Akıl dışı gelişlere
Dondurulmuş gülüşlere
Türkçe bilen aranıyor.

Çara sordum kapı kapı
Dilim değişmeyen tapu
Yüreğim bir alev topu
Türkçe bilen aranıyor.

Aldanmayız sandı ülkem
Elistana döndü ülkem
İşgal değil, kendi ülkem
Türkçe bilen aranıyor.

Gönül arım bal vermiyor
Sevdalar da gül vermiyor
Bu dil bana el vermiyor
Türkçe bilen aranıyor.

Neş’e nedir, gam ne diyor?
Kim düşünüp, kim ne diyor
Aşkımız kan kaybediyor
Türkçe bilen aranıyor.

Karaman’da altın taht’ta
Ahd da çok güzeldi baht da
Evde, divanda, dergahta
Türkçe bilen aranıyor.

Kaynaklar:
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
SÖZÜN DOĞRUSU 1

Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları 2003
YAVUZ BÜLENT BAKİLER

SÖZÜN DOĞRUSU 2
Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları 2004

OKTAY SİNANOĞLU
Bir Nev-York Rüyası

“BYE BYE” TÜRKÇE
2003

Prof.Dr.Kamile İmer
Türkiye’ Dil Planlanması : Türk Dil Devrimi(1998)

ALİN DÜNDAR
DİL VE BİLİNÇ 1995

Turan Türker Kimdir? | Turan Türker Yazı Yarışması | Haberler | Anasayfa

Adres : Güniz Sok. No:14/11 Kavaklıdere - Ankara E-posta: tst@ada.net.tr