Turan Türker Kimdir?

2015 Yılı Birincilik Ödülü - İslam Çağdaş OYMAK

Konu:  DÜŞÜNCEDE DİL; DİLDE ANLAM, ANLATIM


dil,  en uzak geçmişle, en uzak geleceği,
bugün ile birleştirerek
anlamamıza ve anlatmamıza sağlayan temel tek
gerçekliğimizdir.

 

İnsan türünü,  uzak yakın çevresiyle birlikte dönüştüren, üç soyutlama eylemi vardır; anlam, anlama, anlatma/anlatım. Bu üçlü ilişkisel olarak “dil”in beyindeki etkinliğidir. Bu etkinlikler ilişkisine bir başka soyutlama ile öz olarak “düşünce”adı verilmiştir. Düşünce eylemi, anlam ile başlar, anlamlar arası ilişki ile sürer. Anlam doğal, zorunlu olarak anlamaya ve anlatmaya dönüktür. Diğer bir söyleyişle düşünme,  anlama, anlamlar arası ilişki kurma, geliştirme, derinleştirme ve anlatma sürecinin kavramsal adıdır.

İnsanı oluşturan, çevreleyen evren/doğa, toplum, insan tarafından anlamlandırılmıştır. Yani, evrende, doğada, toplumda anlam,  insan üretimidir.  Şöyle de diyebiliriz; insan evrene anlam yüklemiş, onu anlamlı kılmıştır, gerçekte onda anlam yoktur; işleyen süreçler, bu süreçlere ilişkin yasalar vardır. Tüm bunlara, bunlar arasındaki ilişkilere, yasalara, süreçlere, olaylara, olgulara insan anlam katmıştır. Bu anlam verme işlemini de insan “dil” ile gerçekleştirmiştir.

İnsan dil ile adlandırmış, aynı anlama gelmek üzere kavramlaştırarak anlamlandırmıştır. Kavramlaştırma ile kavramlar arası ilişki kurarak büyük, küçük ölçekli evreni anlama uğraşısına girerek, yukarıda değindiğimiz düşünce denen eylemi oluşturmuş, geliştirmiştir. Düşünce bu yeni anlamıyla, dilin kavramlarıyla gerçekleşen, karmaşık (karışık değil) dizgesel eylemler kümesidir. Kavramlar anlam kümelerini, anlam alanlarını oluşturur. Anlam alanları kümeleri ise anlam ağlarını oluşturur. Anlam alanları arası ilişki kurmak basit düşünceden, karmaşık, yüksek, derinlikli soyutlamalara, anlam ağları arası ilişkisel düşünme ise kuramsal/bilimsel, imgesel/sanatsal düşünce ile düşlemin kaynaklarıdır.

Özce diyebiliriz ki; insan dile dayalı kavramlarla, evreni anlamlandırmış, sonra onu anlamaya çalışarak düşünme eylemini geliştirmiştir. Bu geliştirdiği yetenek, onu yalnızca içinde bulunduğu an ile sınırlandırmamış, geçmişi, geleceği içine alacak denli genişletmiştir.

Anlama amaçlı,  dilin kavramlarıyla gerçekleşen düşünce eylemi, salt anlamayı sağlamakla kalmamış, insanı,  biriken anlamların itkisi ile üretime zorlamıştır. Dil, anlamanın yani düşünmenin ve düşlemenin yanında soyut/somut üretimin de kaynağı olmuştur. Dil, dildışı üretimin (ekin, uygulayımbilim) kaynağı olma özelliğini, diliçi üretimden almaktadır. Çünkü, diliçi üretim insan anlağında (zihninde), aralıksız gerçekleşmektedir. Dil tümceleri, dil metinleri, dilsel iletişim, iç konuşma, düş gibi, düşüncenin de kaynağı olan dilsel üretim yürek atışlarımız gibi, aralıksız sürmektedir.

Bütün bunlarla birlikte öz olarak şunu söyleyebiliriz; diliçi üretim soyut (düşünmek/tasarlamak); dildışı üretim ise bu soyutluğun (düşünmenin) somutlanmasıdır. 

Düşünmek bireyseldir, üretim ise toplumsal.  Saussure’in “dil toplumsaldır, söz bireysel” savında olduğu gibi. Dilin toplumsallığı onun toplumun ortak ürünü olmasından, bireyin dışsal etkisine açık olmamasından, kendine özgü işleyiş yasaları olmasından ötürüdür. Sözün, yani soyut dilin, somut olarak üretilip, tümce, metinler ile sese, anlama dönüşmesi ise bireysel, bundan ötürü de benzersizdir. Dilin yapısal toplumsallığı yanında, kullanımında da iletişim, bildirişim boyutuyla yeniden toplumsaldır. Diğer bir deyişle, toplumsal dil, bireysel üretimle, toplumsal işleve dönüşür. İşte “anlatım” bu evrede sürece katılır.  Yani iletişim ve bildirişim evresinde.

Anlatım, biriken anlamın paylaşılması, bildirilmesi, iletilmesini amaçlayan dilsel etkinliğin üçüncü ayağıdır. Dilde biriken anlam, düşünsel işleyişlere uğrayarak, anlatıma dönüşür. Anlatım dilin işlevlerinden düşünsel olandır; dilin bunun dışında iki işlevi daha vardır: Bireylerarası iletişim işlevi, (günlük yaşamın günlük dili), metinsel işlev (sözlü ya da yazılı çeşitli amaçlarla üretilen metinler).

Dilsel anlatımda temel yönelim, en kısa sürede, an az anlam yitimiyle, en az dilsel çaba harcayarak anlatmaktır. Bu düşüncenin yeniden üretimi ya da ikinci evresidir diyebiliriz. Bu evrede, dilsel üretim sınırsız, buna dayalı olan düşünce üretimi, anlatım da sınırsızdır ancak sonludur. Yeniden anlam üretip, düşünce eylemini gerçekleştirerek anlatım yani bildirim, bildirişim, ileti, iletişim gerçekleştirinceye değin dilsel anlatım. Bu yanıyla anlatım sonludur. Ancak, anlatacaklarımız, ileteceklerimiz, bildireceklerimiz ise sınırsızdır. Bu gerçeklik, dilin sınırlı, sözün sınırsız oluşunun ana gerekçesidir. Açımlarsak, dilin sınırlılığı, onun işleyiş kuralları, sözvarlığı, sözdizimi, biçiminin sınırlılığı nedeniyledir. Ancak duyularımız ve onların uygulayımbilimsel uzantıları ile elde ettiğimiz bilgi/anlam sınırsız olduğu için söyleyeceklerimiz de sınırsızdır.

Söz yazılı ya da sözlü olarak üretilip iletilebilir. Sözlü iletimde/anlatımda bağlam etkendir. Kim, nerede, kime, neyi, ne için, nasıl söyleyeceği gibi etkenler, söyleyenin, sözü üretip iletenin,  sözünü belirler. Yazılı iletim, bildirimde ise, yukarıda sıralanan bağlam birimleri sözlü üretimdeki kadar sınırlayıcı, dar değildir. Bağlam etkisi daha zayıftır. Bu özellikler, yazılı ve sözlü dili yapısal olarak da, üretim olarak da, anlatım olarak da ayırmaktadır.

Yazılı ya da sözlü üretilen anlam ve bu anlamın anlatılması bireyin birçok yanı ile biricik olduğu gerçeğindeki gibi, biriciktir. Bireyin anlatımı, eşsizdir. Yalnızca ona aittir. Bu nedenle, anlatım da bireysel, eşsiz, sınırsızdır.

En derinlikli, yetkin, anlam yitimsiz anlatım bireyin anadilinde gerçekleşir. Toplumsal, ikinci, üçüncü dilleri ne kadar yetkin öğrenirse öğrensin, edindiği ana dilin kullanımdaki yetkinliğine erişmesi oldukça güçtür. Bu nedenle olsa gerek, anadillerini değilde, ikinci ya da toplumsal dili kullanan toplumlar, bir konuyu, olguyu olayı ayrıntılı ve derinliğine anlatmaya ya da anlamaya çalıştıklarında bir anda zorunlu olarak anadillerinin anlatım gücüne sığınırlar. Çünkü anadillerinin söz yetisi, söz varlığı, anlatım olanaklarını ana bedenindeyken edinmeye başladıkları, içselleştirdikleri, beyinlerindeki sinir uçları (nöron) yapılanmaları içinde ilkönce ve temel olarak edinilmiştir. Bu edinim ergenlik, gençlik yıllarında da toplumsal kullanımda sürmüşse, bu anadilden kopmaları, onsuz ayrıntılı, derinlikli, bireysel, duygusal, yazınsal alanlarda etkili anlama, anlatım gerçekleştirmeleri oldukça güçtür. Yüzlerce dilsel, dilbilgisel, dilbilimsel, ruhdilbilimsel araştırmalarla kanıtlanan bu gerçek nedeniyle, ya anadili savunusu artmış ya da ikinci/toplumsal dil öğretimi çok erken yaşlarda başlanması gerektiği belirtilmiştir.
Dilbilimcilere, kültürbilimcilere, insanbilimcilere, ruhdilbilimcilere, toplumdilbilimcilere göre, anadili/ilkdil bir yeti dildir, yani doğuştan edinilir ve insan gelişim evrelerine koşut olarak eğitim/öğretim yardımıyla da yeteneğe dönüştürülür. Yeti olanı yeteneğe dönüştürmek, yani anlatım ve anlama gücünü geliştirerek  dönüştürmek, sonradan öğrenilenlerin yeteneğe dönüştürülmesine göre çok daha kolay ve işlevseldir.

Bütün bunlardan şunu çıkarsayabiliriz; anadili aynı zamanda toplumsal dil ise, anlam ve anlatım birer düşünce etkinliği ise ve dil bunların kaynağı ise, bu dil anadili olmalıdır. Bir toplum, bireylerinin anlama ve anlatma gücünü, düşünme yetisini yeteneğe dönüştürmek amaçlı eğitim/öğretim süreçlerinde anadilin sınırlılıklarını, olanaklarını, anlatım yetisini, anlama ve üretme özelliklerini dilbilimsel yöntemlerle geliştirmek, yetiyi yeteneğe dönüştürmek, bu sürecin en önemli,en başta gelen, en önemsenmesi gereken, temel, öz alandır.

İnsan yaratımlarının, üretimlerinin, düzenlemelerinin tümünün kaynağı insan dilidir. Ancak önceden değinildiği gibi, düşünmek bireysel bir eylemdir ve birey bunları anadiliyle en yetkin biçimde gerçekleştirebilir. Bilim, sanat, felsefe, yazın üretimlerinin üretim süreçleri, soruları, yanıtları ve yazılı sözlü paylaşımları, anlatımları anadilinde verimli biçimde gerçekleştirilebilir.

Anlamanın, anlatmanın, anlaksal (zihinsel) işlemlerin tümüne düşünce dediğimizi belirtmiştik. Düşüncenin de kavramların soyutluklarını somut uzmanlaşmış sinir uçları ile beyin içi etkinlik olduğunu vurgulamıştık. Sözün bireysel, dilin toplumsal olduğu gerçeği ile de dilsel işleyişi açıklamıştık. Bunlara dayalı olarak, dilsel üretimin gerçekte düşünsel üretim, düşsel üretim olduğuna da değinmiştik. Bütün bunların sonucundaysa, insan yorumlama denen bir başka önemli beyin/dil etkinliği zorunlu, kendiliğinden gerçekleşir.

Belirtilen nedenlerle, gerçekte, anlama, anlatma, kavrama, yorumlama ve dil neredeyse birbirinin yerine kullanılabilecek denli birbirleriyle zorunlu, olmazsa olmaz iç içe işleyen bileşkeli işlemlerdir.

Kavramlarımız kadar anlamlarımız, anlamlarımız arası bağlantılar kadar kavrayışımız, kavrayışlarımız arası ilişkinin varsıllığı kadar yorumlama ve anlatım yeteneğimiz vardır. Bir öncelik belirtmek istersek sözcük/kavram varlığımız önceliklidir. Kavramlarımız ölçeğinide anlayabilir, kavramlarımız ölçeğinde anlatabiliriz. Çünkü kavramlarımız kadar düşünebilir, düşleyebiliriz.

Yazının sonuna yaklaşırken, önemle belirtilmesi gereken, bu nedenle sona saklanan olgu, anlamanın bir çözümleme, anlatmanın ise bir bireşim olduğu gerçeğinden de dayanak alarak,  iki dilsel etkinliğinde bir süreç işi olduğunu belirtmek gerek. Bu süreç dilsel üretim sürecidir. Biz anlarken da anlatırken de dilsel üretim süreci yaşamaktayız. 

Özcesi, kavramlarımız kadar düşünüp; üretimimiz kadar anlar ve anlatırız. Kavramlarımız dilin sözcüklerinin, insan beyninde düşünmeyi sağlayan nöronlarla buluşması, ilişkilenmesi, soyutun somutla kaynaşarak işlevselleşmesidir.

“Annelerin ninnilerinden
Spikerin okuduğu habere kadar
Sokakta, Kitapta, Yürekte
Yenebilmek yalanı...
Ve anlamak sevgilim
O bir müthiş bahtiyarlık
Anlamak, gideni ve gelmekte olanı”/Nazım Hikmet


 

 

 

Turan Türker Kimdir? | Turan Türker Yazı Yarışması | Haberler | Anasayfa

Adres : Güniz Sok. No:14/11 Kavaklıdere - Ankara E-posta: tst@ada.net.tr